Spor tarihine olmasa bile sinema tarihine çoktan geçecek olan o muhteşem kapışmayı sayıyla kaybedecek olmasına rağmen, tüm bedeni, tüm ruhu ile tam 15 raund boyunca şampiyon rakibine karşı direnmeyi başardığı o efsane müsabaka esnasında her sıkıştığında ringin kana bulanmış ipleriyle birlikte hayallerine ve umutlarına da sımsıkı tutunarak Philadelphialı sıradan bir “sokak serserisi” olmadığını hem kendisine, hem de o esnada maçını izleyeceğini düşündüğü sevgilisine ispat edecek olmasından hemen birkaç gece önce, aynı zamanda Philadelphialı sıradan bir aşık da olmadığını ve tabii nefes aldığı müddetçe de asla olmayacağını o akşama kadar kimselerin dikkatini çekmeyi pek başaramamış olan hüzünlü Adrain’ının insana zamanı unutturan o muhteşem, o akıllara seza “utangaçlığından” uzun uzun öperek ispatlamayı başarmıştı genç Rocky Balboa.
80’lerin ortalarına doğru o yıllarda Adana’da bol miktarda bulunan yazlık sinemaların birinde bir yandan bu efsane filmi pür dikkat izlerken diğer yandan da “pipeti şişesinden büyük” beyaz gazozunu keyifle içmeye çalışan küçük ama aynı zamanda da huysuz bir velet olduğum için, bir erkeğin bir kadının “utangaçlığına” tepeden tırnağa nasıl aşık olabileceğini beyazperde’de muhteşem bir şekilde resmeden bu romantik sahne karşısında doğal olarak hiçbir şey hissetmemiştim. Ancak nihayet “video dönemi” gelip çattığında ve çocukluktan delikanlılığa yavaş yavaş arz-ı endam ettiğimde bu müthiş filmi ve tabii bu sahneyi yeniden izlediğimde fark ettim ki, meğer çocukluğumun unutulmaz kahramanı olan bu kaslı genç adamın sadece ringlerdeki azmi, kuvveti ya da ihtirası değil; ürkek sevgilisini “utangaçlığından” öpmeden önce onun buram buram 70’ler kokan klasik gözlüğünü özenle çıkartmasına yol açan o harika romantizmi de gayet imrenilecek kalitedeymiş, düzeydeymiş.
Ki zaten onu “utangaçlığından” öperek bana gelip geçen zamanı unutturmayı sağlayacak olan hüzünlü ve aynı zamanda o ana kadar kimselerin fark edemediği kendi güzel Adrain’imi “yetenekli bir kaşif” gibi keşfetmenin hayallerini kurmaya başlamam da aşağı yukarı bu tarihlere tekabül etmişti. Uzun yıllar zihnimde “kara kalem” resimlerini yaptığım kendi Adrain’imle karşılaşmak için de, o eski yıllarda sadece lise son öğrencilerine verilen “nöbetçi öğrenci” unvanı ile en az Game of Thrones’un efsane “iri kadını” Brienne of Tarth kadar iri ve haşmetli olan müdür yardımcımız Seza Hanım’la okulun sabah teftişinin icra edilmesi için 90’larda Adana’nın “parasız koleji” olarak adlandırılan güzide lisemizin ön kapısına doğru birlikte çıkmayı beklemem gerekecekti.
Sadece güzellik ve aklı başındalık konusunda değil, aynı zamanda düzen ve tertip konusundaki açık ara rakipsizliği ile de okulumuzun örnek öğrencileri arasında gösterilen nam-ı diğer Kıvırcığın, üstelik o sabahki teftiş setinin “co-pilot”luğunda benim de yer aldığım bir sabah çevirmesine sabah taktığı okul kurdelasındaki küçük bir düzensizlik nedeniyle ansızın takılmasına ve korkutucu haşmetiyle o esnada okulun önündeki trafiğin bile yavaş akmasına sebep olan “iri kadın” tarafından önce usulca sağa çekilip, sonra da tam benim önümde sertçe uyarılması sonucunda adeta domates kıvamında kırmızılaşan o al yanaklarıyla benim önümden hızlı adımlarıyla bir an önce uzaklaşmasına tanıklık ederken anlamıştım ki, “utanmasına” tepeden tırnağa aşık olacağım kendi hüzünlü ve güzel Adrain’imi bulmayı sonunda başarmıştım işte!
Dolayısıyla hiç beklemediğim anda kaderin bana geçtiği bu büyük kıyak karşısında artık yapmam gereken tek bir şey vardı; o da tüm bedeni, tüm ruhu ile tam 15 raund boyunca güçlü rakibine direnmeyi başararak Philadelphialı sıradan bir “sokak serserisi” olmadığını sayıyla kaybettiği müsabakanın hemen bitiminde “Yo Adrain, I did it!” diye haykırarak ortaya koyan Rocky gibi ben de “hayatın ringinde” kalabildiğim kadar ayakta kalmayı başararak Adanalı basit bir lise ve ardından üniversite öğrencisi olmadığım gibi aynı zamanda basit, sıradan bir aşık da olmadığımı ringin tam ortasında “Yo Kıvırcık, I did it!” diye gönül dolusu haykırarak ortaya koymalıydım.
Ancak olmadı ne yazık ki. Serinin 4. filminde soğuk bir Moskova akşamında iri çaplı bir Sibirya Ekspresinin (Ivan Drago) Rocky’nin içinden geçtiği gibi bu zalim hayat da, tüm haşmeti, tüm acımasızlığı ve haklılığıyla daha ilk raund’ta benim içimden geçerek gençlikte yaptığım bütün o telafisi olmayan, ölümcül hatalarımın ve günahlarımın ağır bedelini hemen oracıkta, ringin tam ortasında bana ödetmeyi başardı.
Böylece benim payıma, şimdilerde harika bir anne ve eş olduğunu duyduğum ve bu sebeple de pek sevindiğim Kıvırcıkla doyasıya yaşanacak olan muhteşem anıların mutlu birer partneri, harika bir aşığı ve başarısını istikrarlı hale getirmiş azimli bir adamı olmak yerine; seri hatalar yapmayı zamanla kendi “hayat pedali” haline getirmiş o lanet sahibine nazaran onlarca raund ayakta kalabilecek güçteki hasret kokan, pişmanlık kokan, öfke kokan uzun cümlelerimle artık kimselerin olmadığı, seyircilerin, hakemin, rakibin ve tabii Kıvırcığın bile çoktan terk ettiği köhne bir salonda hayatla olan yarım kalmış hesabımı ya da kavgamı görmek düştü!
Uğur Güney Subaşı