“Yarın, ne kadar yakın ve
ne kadar sonsuzca uzaktı.”[2]
Yeniden paylaşım/emperyalist savaş eşiğindeyiz (ya da “içinde” mi desek?!)
Kanlı, vahşi, yıkıcı emperyalist paylaşım savaşlarının ne demek olduğunu insanlık, XX. yüzyılın canlı tanıklığında öğrense de; bun(lar)dan ders alındığını, bu tür barbarlıkların sonunun geldiğini söylemek, ücretli kölelik yerküresinde ne yazık ki hâlâ mümkün değil…
“Nasıl” mı?
José Saramago ‘Körlük’[3] başlıklı romanı için bir röportajında, “Bence körleşmiyoruz. Hepimiz körüz. Körüz ama bakıyoruz. Bakabilen ama görmeyen kör insanlar,” derken; sanki günümüz insan(lık)ının yaşadığını betimler: Önünde duran gerçeğe baktığı hâlde onu görememek… Ancak eklemeden de geçmemeliyim; Donald Miller’in ifadesiyle, “Bilgi çağında cahil kalmak bir tercihtir”…
Yaşa(tıl)dığımız vahşet kesitinde görmemek, kapitalist yabancılaşmanın dayattığı bir “tavır”dır; Leopold von Ranke’nin, “İnsanlığın en mutlu zamanları tarih kitaplarındaki boş sayfalardır,” demesi de boşuna değil…
Hatırlamak bile yeter: 1990’larda Sovyetler Birliği’nin likidasyonuna ilişkin olarak Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” yalanından nerelere geldik değil mi? “Ebedi Barış” tezleri şimdi jeopolitik pazarında çürük meyve kadar alıcı bulmuyor.
XXI. yüzyılda şiddetlenen yeniden paylaşım/emperyalist savaş, küresel jeopolitik kapışmasında taşları yerinden oynatırken; Yeni(lenen) “Soğuk Savaş” ikliminde yaşatılanlara göz atıldığında, küresel fırtınanın büyüklüğü hissedilecektir.
Büyük kırılma güzergâhında ekonomik, askeri, siyasal büyük bir hesaplaşmaya doğru yol alınıyor. Küresel güç merkezleri mevcut konumlanışlarını bu yeni dönem çerçevesinde yeniden tahkim ederken nüfuz, güç, paylaşım mücadelesinin şiddeti artıyor.
Şimdi, dünya gündeminde yalnızca apansız bir Rusya-Ukrayna savaşı ve onun alevlendireceği bir Rusya- NATO savaşı değil, alanı bütün küre olan bir yeni(lenen) “Soğuk Savaş” var.
Ukrayna-Rusya savaşı asla bir Rus-Ukrayna savaşı değil, gerçekte bir NATO-Rusya savaşıdır; Ukrayna merkezli kriz, fitili emperyalist ve gerici güçler tarafından adeta ateşlendi ateşlenecek bir barut fıçısının üzerinde oturmakta olunduğumuzu dünya halklarına bir kez daha hissettirdi.
“Ancak vekâlet savaşı kızışıyor ve mevcut savaş alanının çok ötesine uzanan sonuçları olacak”ken;[4]
Birleşmiş Milletler (BM) uyarıyordu: “2022, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük insani felaketin yılı olabilir”![5]
Haklı da çıkacak gibi…
Çünkü Dünya ekonomisine ilişkin tartışmalar, artık “stagflasyon (durgunluk + enflasyon) riski” konusundan “Ne kadar kötüleşecek?”, “1970’lere mi dönüyoruz” gibi sorulara kaydı. Ukrayna savaşının katkısıyla artan belirsizlikler, şirket gelirlerine, piyasalara yansıyor. New York, Londra, Frankfurt, Paris, Tokyo’da borsalar genel bir gerileme eğilimi sergiliyorlar. Gelişmiş ülkelerde en dinamik şirketleri izleyen MSCI indeksi, Kasım 2021’den bu yana yüzde 50’den fazla geriledi.
“Tüm korkuların toplamı”, “70’lere mi dönüyoruz” sorusuyla ilgili: Stagflasyonla, petrol krizi, Vietnam yenilgisi, askeri darbeler, gelişmekte olan ülkelerde biriken büyük borç yükü, merkez ülkelerde işçi hareketleri, hızla artan yüksek faizler ile başlayarak sermayeye büyük serbestlik getiren “neo-liberal dönem” yine stagflasyon, bir savaş, artmaya devam eden büyük bir borç sorunu ile mi kapanıyor?[6]
Öyle! Çünkü kaotik uluslararası ilişkiler ağındaki yerküre V. İ. Lenin’in, “Kapitalizm dünyanın her yerinde zafer kazandı, ama bu zafer yalnızca emeğin sermaye karşısındaki zaferine bir girişti,” diye tarif ettiği güzergâhtadır artık…
HÂL(İMİZ) VE GİDİŞAT(IMIZ)
Tarihi boyunca büyük emperyal güçler arasındaki “Büyük Oyun” geri dönüyor; oyun yeniden başlıyor…
Rusya ve İngiltere arasında XIX. yüzyıldan beri hâkimiyet savaşının yaşandığı, “Büyük Oyun” denilen dönem ile XX. yüzyılın sonunda SSCB’nin likidasyonunun hızlandırdığı savaş; bu sefer yeni oyuncuların (dünyanın yükselen gücü Çin) katılımıyla gündem maddesi oluyor.
Brüksel’deki NATO toplantısında, “Çin ve Rusya, en büyük rakip ve en büyük düşman”[7] ilan edilirken “Büyük Oyun”, ABD, Rusya ve Çin arasında mücadelede somutlanıyor.
ABD “Soğuk Savaş”tan galip çıktıktan sonra tek süper güç olarak kendini gösterdi. Soğuk Savaş’ın ABD için jeopolitik ödülü, Zbigniew Brzezinski’nin deyişiyle “Avrasya” idi.
Ancak 2000’li yıllardan itibaren ABD’nin karşısına çıkan Rusya-Çin ittifakı, ABD’yi engelledi. 1996’da kurulan Şanghay Beşlisi, 2001’de Özbekistan’ın katılımıyla Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) dönüştü ve ABD’nin 2001’de Afganistan’daki, 2003’te Irak’taki işgalleri, Orta Asya cumhuriyetlerinde ABD’ye şüpheyle bakılmasına sebep oldu.
2005’te “Renkli Devrimler”i Orta Asya’ya taşıyan ABD, bu konuda da başarısız oldu. Ayrıca, Rusya ve Çin’in desteğini alan Özbekistan, Kırgızistan gibi devletler, ABD üslerini kapattılar. Donald Trump döneminde bölgeden iyice uzaklaşan ABD, Joe Biden’la birlikte yeniden bölgeye dönmeyi gündemine aldı.
Biden’ın hamleleriyle yeni(nin) doğum sancıları keskinleşirken; yeni(lenen) “Büyük Oyun” bir kez daha tarihin sahnesindeki yerini aldı.
“Büyük Oyun” XXI. yüzyılın başında ABD hegemonyasını restore etmeyi; ABD merkezli dünya ekonomisinin stratejik enerji kaynakları üzerinde doğrudan denetim kurup, olası hegemonya adaylarını bu kaynaklardan mahrum bırakacak konuma yerleştirmeyi hedefliyordu.
Ancak daha önceki “Büyük Oyun”larda görüldüğü gibi “imparatorluklar” asla amaçlarına ulaşamadı ve bugünlerde de yaşananlar sürdürülemez kapitalizmin yeni(lenen) dönemi açısından doğum sancılarına tanıklık ediyor.
İfadeye gayret ettiğim polarizasyon tablosunda Ukrayna labratuvarında yaşananlar da jeostratejik çarpışmanın ana cephesiyken; Ukrayna demek, aynı zamanda Polonya, Çekoslovakya, Baltık ülkeleri, hatta Finlandiya, İsveç demektir. Hatta, hatta Almanya, yani Avrupa Birliği (AB)!!!
Yani NATO’nun Ukrayna ile Rusya sınırlarına dayanması Moskova için alarm çanları çaldırıyor; Rusya’nın da Ukrayna işgali ile Batı-NATO ülkeleri sınırlarına dayanma girişimi, aynı biçimde alarm çanlarını çaldırırken; hiçbir şeyin eskisi gibi ol(a)mayacağı bir yere doğru ilerlemektedir!
“Küreselleşmenin sonu” mu? sorusunu telaffuz ettiren verili durum bir kırılmadır ve küresel ekonomide büyük ayrışmayla doğrudan ilintilidir.
Ukrayna savaşı ile hız kazanan, kapitalist küreselleşme sürecinin tersine dönmesi ve ABD merkezli Atlantik Bloğu ile Rusya/ Çin merkezli bloğun ayrışması ciddi kaygı yaratıyorken; Thomas Friedman’ın, “McDonald’s bulunan iki ülkenin savaştığı görülmemiştir,” tezi karaya oturmuş, boşa çıkmış hâldedir artık! Çünkü Rusya’nın Ukrayna harekâtı Friedman’ın tezini çürütürken; McDonald’s, Kentucky Fried Chicken, Starbucks benzeri kapitalizmin sembol markaları arkalarına bakmadan Rusya’yı terk ettiler. Böylelikle küreselleşme söylencesi yerini soru(n)ları ile çalkantılı bir dönemin belirsizliklerine terk etti.
Malum küreselleşme, ABD merkezli Batı sisteminin hâkim olduğu bir düzeni ifade eder. ABD’nin “liberal uluslararası düzen” olarak adlandırdığı sistemi ne Çin ne de bu süreçten faydalanan Rusya kabul edecekti.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ve buna tepki olarak gelen ağır yaptırımlar, küreselleşmenin yavaş ölümüne giden yolu hızlandırdı. Bu savaş nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, jeopolitiğin daha ağır basacağı aşamaya geçilecek.
Çünkü Ukrayna savaşı küreselleşme adına ne varsa onun ters yönde gidişini hızlandırdı. Başta Almanya olmak üzere NATO üyeleri savunma harcamalarını artıracaklar. ABD’nin Avrupa’daki askeri angajmanı artacakken hatırlansın: XX. yüzyılın ilk yarısında dünyanın kapitalist büyük güçler tarafından paylaşılması, emperyalist rekabeti tetiklemişti. Bu derin paylaşım krizinin aşılması için iki savaş yaşandı. Dünyanın tekrar kapitalist büyük devletler arasında jeopolitik bir çekişme dönemine girmesi çok tehlikeli bir süreç ve daha da ağır sonuçları olacak.
Örneğin polarizasyon ve kamplaşmalar daha da keskinleşecek.
Mesela Ukrayna savaşı dolayısıyla Rusya’ya yönelik uluslararası ablukayı sıkılaştırmaya çalışan ABD yönetimi, Çin ve Pakistan’ın ardından Hindistan’ı da aktif tavır almaya zorladığı gibi…
Dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi Hindistan, nükleer güce de sahip, bu nedenle küresel denklemde önemli bir aktör konumda; bunun farkında olan Washington, Hindistan’ı yanına çekerek Rusya ve Çin’e karşı mevziini güçlendirme arayışında.
Bu uğurda ABD, Çin-Pakistan-Rusya-Hindistan dörtgeninde birtakım sabotajlara yönelebilir. Örneğin ABD, Çin-Pakistan işbirliğini bozamayıp, Rusya-Hindistan ticaretini sıfırlayamazsa da; Hindistan ile Pakistan arasında kışkırtıcılık yapıp, Hindistan-Pakistan çatışmasını Çin ile Hindistan arasında bir gerilime dönüştürmeye çalışabilir. Ya da vb, vd’leri…
Tabii, Rusya’nın caydırıcılığının sınandığı Ukrayna sahnesinde elde edeceği sonuçlar yanında; yeni çatışma ile kamplaşmaların habercisi olabilecek; baş döndürücü gelişmelerin de yaşandığı görmezden gelinemez.
Küresel hegemonya savaşında aktörler her geçen gün eli yükseltirken; yeni(den) paylaşıma ilişkin hamleler kapışmanın şiddetini yeterince net anlatıyor.
Örneğin Amerikan emperyalizmi için bir varlık yokluk meselesine dönüşen Asya-Pasifik’te -başka bir adlandırmayla Hint-Pasifik- karşılıklı hamlelerle aktörler birbirlerini sınamayı sürdürüyor; ABD’nin amacı “yükselen dev” Çin’i kuşatmak, hapsetmek olarak öne çıkıyor. Bunun için tek ABD, Batılı müttefikleri ve Pasifik’teki ortakları üzerinden çevreleme stratejisini hayata geçiriyor, karşıt kampı da bütünleştiriyor.
KAMPLAŞMALAR[8] | |
Aukus | ABD, İngiltere ve Avustralya tarafından Çin’e karşı 16 Eylül 2021’de oluşturulan nükleer ittifak. Avustralya, İngiltere ve ABD’nin isimlerinin İngilizcedeki kısaltmalarından oluşan (A-UK-US), deprem etkisi yarattı. ABD’nin Transatlantik İttifakı’ndaki ortaklarını -Avrupa-dahi denklem dışında tutarak oluşturduğu bu ittifak sayesinde Okyanusya ülkesi nükleer denizaltıya sahip 7’nci ülke olacak. Her üç ülke de bu sayede Çin’e gözdağı verme niyetinde. |
Quad | ABD, Hindistan, Avustralya ve Japonya’dan oluşan Quad adıyla bilinen dörtlü ittifak on yıl önce kurulsa da Trump tarafından 2017’de aktifleştirildi. Hint-Pasifik hattındaki “dörtlü ittifak”ın temel motivasyonu da Çin’e karşı mevzi inşa etmek. |
CPTPP | Çin, 11 ülkeden oluşan Kapsamlı Yenilikçi Trans Pasifik Ortaklık Anlaşması’na (CPTPP) katılmak için başvurdu. 2018’de uygulamaya konulan CPTPP’ye başvuru Pekin yönetiminin “küresel ticaretteki liderliğini” pekiştirecek. Donald Trump yönetimi anlaşmadan çekilmişti. Paktın üyeleri arasında Kanada, Avustralya, Brunei, Şili, Japonya, Malezya, Meksika, Peru, Singapur ve Vietnam bulunuyor. İngiltere müzakerelere devam ediyor. |
ŞİÖ | İran, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) tam üye oldu. Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’deki zirvede üyeliği onaylanan İran böylece Rusya-Çin liderliğindeki Avrasya cephesine iyice eklemlenmiş oldu. ŞİÖ, ABD ve NATO’ya karşı bir alternatif olarak Şanghay’da kurulmuştu. Örgüt son yıllarda iyice aktifleştirilerek küresel siyaset sahnesinde önemli roller oynamaya başladı. |
Şunu görmek, kavramak gerek: XXI. yüzyılın ilk çeyreğinde yerküre, emperyalist egemenlerin öncülüğündeki Ukrayna saldırısı ve sonrası gelişmelerle yeni(lenen) bir çatışma sürecine girdi. Emperyalist güçlerin çarpışma alanı Ortadoğu, Asya ve Afrika’dan sonra şimdi de batıya yöneldi.
NATO ve AB ile çevrelenen Rusya’nın Ukrayna hamlesi tek kutuplu dünyanın karşısına çok kutuplu bir paylaşım/ kapışma seçeneğini dikiyor.
Denge(sizkik)ler değişiyor, daha da değişecek!
Yeni hegemonik aktörleri öne çıkaracak çok kutuplu dünyaya doğru gidilirken; paylaşım rekabeti öne çıkıyor. ‘Rusya Ulusal Diplomasi Akademisi’nden Prof. Dr. Oleg İvanov’un belirttiği üzere dünya geçen yüzyıldan da karmaşık olacak. Hegemonya, paylaşım, nüfuz çatışmasının yol açtığı krizler birbirini takip edecek.[9] Bu da ABD İmparatorluğu’nu zorlarken tehditleriyle imkânları devreye sokacak.
ABD İMPARATORLUĞU
Amerika Başkanı Joe Biden uluslararası alanda, “ABD’nin yeniden küresel liderliği üstlenmeye”, “Demokrasiyi korumaya niyetli olarak geri geldiğini” açıklarken; ABD’nin yeniden Avrupa’ya dönüşü Biden ile oldu. Ki bu da Ukrayna ile “Demokrat” Biden’ın, tam bir yeni(lenen) “Soğuk Savaş”çı olduğunu kanıtladı.
Tam da SPD ve Sol Parti eski Genel Başkanı Oskar Lafontaine’in, “Ben, Birleşik Devletlerin (ABD) savaşlarının Demokrasiye ve İnsan haklarına hizmet ettiği yalanına karşı çıkıyorum,” ifadesindeki üzere! (Bu da Donald Trump’tan sonra Biden’den “daha iyi bir şeyler” umanlara kapak olsun!)
ABD hegemonyasını restorasyon çabaları Ukrayna yıkımını, sorununu devreye sokarken; şimdilerde yerkürenin dört yanında daha yüksek sesle çalan savaş davullarının tınısında “yeni(lenen) ambalaj”ı içinde sunulan imparatorluk projesinin tüm unsurlarını görmek olanaklıdır. Tabii imkânsızlıklarını ve soru(n)larını da!
ABD emperyalizminin irrasyonel çılgınlığının asıl markasının Demokratlar ve Biden yönetimi olduğu Ukrayna’nın yakılıp kavrulmasına yol açan krizle apaçık ortaya çıktı.
Hatırlayın: Romalı tarihçi Tacitus, imparatorluklar için “Sahte gerekçelerle yakarlar, yıkarlar, çöle çevirirler adına barış derler,” demişti.
Ukrayna’da da öyle oluyor!
Malum İmparatorluklar sürekli genişlemek zorundadır; “barış”, sürekli savaş demektir. İmparatorluk dinozora benzer, uzun yaşar, yavaş ölür, ölürken kuyruk darbeleriyle etraflarını yakıp yıkar.
Bu betimlemelerle (“barış”ın yanına “demokrasi”yi ekleyerek) ABD hegemonyasının tarihi, “tek kutuplu dünya” “tek süper güç” savlarının içindeki “imparatorluk” refleksi, “sürekli genişleme” çabası, birbirini izleyen savaşlar arasında bir paralellik kurabiliriz.
Emperyalist rekabetin sunak taşında şimdi Ukrayna halkı var. “Dinozor’un kuyruğu başka hangi ülkelere çarpacak?”[10] sorusunun yanıtı yerkürenin çatışmalı gelecek(sizliğ)ine mündemiçtir!
ABD-ÇİN GERİLİMİ
Özellikle de yüksel(til)en ABD-Çin gerilimi vakasında…
Pekin ile Washington arasındaki cebelleşme, yeni(lenen) “Soğuk Savaş”ın çok önemli bir cephesini oluşturuyor. Çünkü söz konusu durumun ticaret savaşlarının teknoloji eksenine yansımalarıyla doğrudan ilintisi var.
ABD ve Çin arasındaki küresel hegemonya mücadelesinde şu anda en yoğun çatışma teknoloji alanında yaşanıyor. ABD’yle kıyaslanınca Çin’in süreci daha iyi yönettiğini, kararlı adımlar attığını söyleyebiliriz.
İşin nereye varacağını şimdiden söylemenin olanaksız olduğu da açıkça görülüyorken; Çin’in, teknoloji sektörünü denetim altına alması ABD ile arasındaki soru(n)ları kızışmaya aday. Sadece ABD de değil; tüm Batı’da…
Örneğin, dünya basınında büyük sarsıntı yaratan Almanya şansölyesi Sosyal Demokrat Olaf Scholz’un 27 Şubat 2022 tarihli konuşması gibi… Konuşmayla ilgili olarak ‘Le Monde’, Napolyon’un “Bırakın Çin uyusun, çünkü uyandığında dünyayı sarsacak” sözlerini anımsarcasına “Almanya uyandı” diyordu.
‘Le Monde’a göre, “Bir hafta gibi kısa bir sürede” Almanya, “dış politikada, eski pasif savunma kültürüne kıyasla 180 derece bir dönüş gerçekleştirmişti.” Muhafazakâr ‘Die Welt’in baş editörü Ulf Poschardt, söz konusu konuşmanın “Müthiş bir yeni başlangıç” olduğunu düşünüyordu.
‘Der Spiegel’e ve ‘The Financial Times’a göre konuşma, “Avrupa ve Almanya açısından bir dönüm noktası” idi.
Kimi gözlemciler, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve ilhak girişiminin, Almanya’da toplumsal havayı değiştirerek Şansölye Scholz’un, Almanya’nın dış politikasında bu radikal değişiklikleri açıklama fırsatı verdiğini düşünüyordu.
Scholz konuşmasında, koalisyon ortağı Yeşiller ile birlikte, Almanya ordusunu modernleştirmek için 100 milyar Avroluk (127 milyar dolar) bir fon yaratacaklarını açıkladı. Bu fon, Alman savunma sanayisini canlandırmak için gereken yatırımları da finanse edecek. Almanya Anayasası’nın savunma bütçesine koyduğu GSYH’nin yüzde 2 sınırı da artık bu yeni dönemin olağanüstü koşullarında geçerliliğini kaybediyor. Bu 100 milyar Avroluk fon, Almanya’nın hâlen geçerli savunma bütçesine eklendiğinde, Almanya savunma bütçesi İngiltere’den sonra 6. sıradan, ABD ve Çin’den sonra 3. sıraya yükselebilecek.
Scholz’un konuşmasındaki öncelikler bağlamında bu “erimenin” hızlanmasını bekleyebiliriz. Bu konuşmayla ilgili olarak, ‘The Washington Post’ başyazısında “ABD bu kadar ani bir dönüşe hazırlıklı değildi” diyordu. Peki, özellikle imalat sanayiinde bir ekonomik dev olarak, dünyanın 3. büyük savunma bütçesine ve kendi savunma sanayine sahip bir Almanya’ya dünya ne kadar hazır?
Bu sorunun eşliğinde bakınca, “Sakın Ukrayna eskinin öldüğü yeni düzenin doğmaya başladığı yerin adı olmasın” sorusu, daha korkutucu bir anlam kazanmıyor mu?[11]
Elbette “Evet”! Çünkü Çin’in yeni(lenen) “Büyük Oyun”daki konumuyla “yeni paradigma” gelişiyor. Bu “yeni paradigma”nın, Çin’in Rusya, İran, Çin deniz kuvvetlerinin ortak savaş oyunları, Suudi Arabistan balistik füze programına yardım, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne İran’ı üye, Mısır ve Katar’ı diyalog ortağı olarak eklemek gibi askeri-jeopolitik emareleri de var.
Washington ile Pekin hattında ittifak bloğunu genişletme arayışı hızlanırken; küresel kapışma öyle bir döneme girdi ki bundan sonra artık her bölgesel kriz küresel boyut kazanmaya aday. ABD 2000’lerde ne Çin’in bu kadar hızlı büyüyeceğini ve bunu stratejik bir kazanıma çevireceğini, ne de Rusya’nın bu ölçüde Çin’e yanaşacağını hesap edebildi. ABD Çin’e yoğunlaşırken, kendisini Rusya ile daha fazla uğraşır buldu.
Bu kadar da değil… Pekin Kış Olimpiyatları’nın açılışı nedeniyle bir araya gelen Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ‘Yeni Bir Döneme Giren Uluslararası İlişkiler ve Sürdürülebilir Küresel Kalkınma Hakkında Rusya Federasyonu’nun ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin Ortak Bildirisi’ne imza attılar.
Bildiri, uluslararası ilişkilerde artık yeni bir döneme girildiğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu yeni dönem, önceki “iki kutuplu” ve dünkü kısa süreli “tek kutuplu” dünya düzeninden farklı: “Çok kutuplu/merkezli dünya düzeni”ne işaret ediyor.
AUKUS/ QUAD TAHKİMATI
ABD, Avustralya ve Birleşik Krallık’ın yeni bir güvenlik işbirliği çerçevesi oluşturacakları duyurduğu AUKUS (Avustralya, Birleşik Krallık, ABD) anlaşmasına giden süreçte üç ulusun halkları bilgisiz bırakılmış ve her şey “oldu bitti”ye getirilmişti.
Dünya “Çökmekte olan Amerikan hegemonyasını” tartışadursun, ABD, Biden başkanlığındaki “Dünya liderliğine geri dönme” vaadi açısından kritik hamleler yaptı. Trump yönetiminden devralınan temel dış politik hattan şaşmadan, onun dağıttığı alanı yeniden düzenlemek hedefli bu hamleler, kafa karıştırıcı olmakla birlikte, açıkça ‘büyük güç rekabetinin’ temellerinin döşenmesi olarak anlaşılabilir.
Biden dış politikasının iki önemli girişimi Afganistan’dan çekilme ve AUKUS. İlki, uzun süreli bir Amerikan yaratımı olan Taliban’ın askeri/ideolojik yükünü “başkalarına” atıp çıkmak iken, ikincisi Asya-Pasifik’e yönelik Anglo-Amerikan çıkarması oldu.
Afganistan’dan geri çekilmenin daha dumanı tüterken AUKUS geldi. Gafları ve unutkanlığıyla namlı Biden, bir yanına İngiltere Başbakanı Boris Johnson’u, diğer yanına da Avustralya Başbakanı Scott Morrison’ı alarak AUKUS’u duyurdu. Biden, Johnson’ı ismiyle anarken, Morrison’ın ismini unuttu. Ağzından İngilterelilerin kullandığı “down under” (aşağıdaki) dökülüverdi. Avustralya’ya atfedilen “vasallığın” psikolojik ifadesi mi, bilinmez.
Özetle, AUKUS, Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD’nin isimlerinden oluşan yeni güvenlik inisiyatifi. ‘Hint-Pasifik’ dedikleri ‘Asya-Pasifik’te Quad’ı da seferber etmiş Biden yönetimi, şimdi de Çin’in burnunun dibindeki en önemli ticaret ortağı Avustralya odaklı, ekonomik olarak ballı ve jeostratejik alanı düzenleyici bir hamle yapıyor. Yapay zekâ, siber âlem ve kuantum dahil gelişmiş teknolojilerin paylaşımını içeren girişimin odağında Avustralya’nın nükleer güçle çalışan denizaltılara sahip kılınması var. AUKUS ile Avustralya’nın köhne denizaltı filosunu yenilenecek.[12] (Bu iş için 2016’da ihale alıp da vaadini zamanında yerine de getiremeyen Fransa, bir kalemde ekarte ediliverdi![13])
“AUKUS anlaşması ne anlama geliyor” mu? Bunun yanıtını Patricia A. O’Brien şöyle veriyor:
“Biden, daha sonra verdiği bir demeçte AUKUS ile tam olarak ne amaçlandığının ipuçlarını verdi: ‘Bugünün ve yarının tehditlerine yönelik daha etkin çalışmak.’ Bu stratejik revizyonu neyin tetiklediğini hepimiz biliyoruz: Çin’in yükselişi.
Avustralya’nın askeri kapasitesini katlayarak artırmanın yanı sıra mevcut ortakların ve müttefiklerin bir araya getirilmesi de AUKUS’un amaçları arasında. Bu sayede Çin’in küresel yayılımının dengelenmesi amaçlanıyor. AUKUS’un odağının Hint-Pasifik bölgesi olarak belirlenmesinin sebebi de bu. Söz konusu coğrafya doğu Pasifik’ten başlıyor ve Afrika’nın doğu sahillerine kadar uzanıyor.”[14]
Aynı soruya Vijay Prashad’ın yanıtı da şu:
“AUKUS duyurusunda açıkça bahsedilmese de genel olarak yeni ortaklığın nedeninin Çin’e karşı koymak olduğu kabul ediliyor. Basın toplantısında Avustralya Başbakanı Morrison, ‘Hint-Pasifik’in geleceği tüm geleceğimizi etkileyecek’ dedi. Çin Dışişleri Bakanlığı’ndan Zhao Lijian, AUKUS’un kurulmasını ‘Geride kalmış Soğuk Savaş zihniyetiyle ve dar görüşlü jeopolitik algıyla’ ilişkilendirdi. BBC, anlaşmayla ilgili haberinin manşetinde gerçeği ortaya koydu: ‘AUKUS: İngiltere, ABD ve Avustralya Çin’e karşı pakt oluşturdu.” [15]
Özetle verili hâlde ABD’li analistlerin ekonomik, teknolojik yarışa ve Asya-Pasifik alanında Quad (ABD, Japonya, Hindistan, Avustralya) ve AUKUS (ABD, İngiltere ve Avustralya) gibi güvenlik anlaşmalarına vurgu yapıyor olması, yeni(lenen) “Soğuk Savaş” savını destekliyor. Ancak Tayvan, Kuzey Kore, karasularının sınırları gibi kritik sorunlar, sıcak bir çatışma olasılığını da canlı tutuyorken; ABD’nin Hint-Pasifik bölgesindeki yeni hamleleri, bölgede açıkça “nükleer tehdit” anlamına geliyor.
Bu kadar da değil! Almanya’nın en büyük savaş gemilerinden Bayern fırkateyni Hint-Pasifik’e açıldı. Fırkateynin dönüş rotasında Güney Çin Denizi’nin bulunması bölgede gerilimi artırırken Berlin yönetimi, açıklamalarıyla Pekin’i hedef aldı. Almanya donanması İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en kapsamlı deniz operasyonlarından birini hayata geçirmiş oldu.[16]
Şundan kuşku yok: Hint-Pasifik bölgesi XXI. yüzyılın ikinci çeyreğinin ana güç mücadelesi alanı olacak. ABD’nin temel amacı, Çin’i kendi bölgesinde, müttefikleriyle birlikte çevreleyerek sıkıştırmak; Çin’in Avrupa ve Afrika’ya uzanan Kuşak ve Yol İnisiyatifi’ni kesebilmek. Beyaz Saray ve Pentagon’un temel strateji belgeleri, hep bu hedef üzerine inşa edilmiş durumda. Biden’ın “müttefiklerle ilişkileri onarma” amacı bile bu hedefin gereği. Zira Washington, Çin’i, hele de Çin-Rusya ikilisini kuşatabilmek için AB’ye ve Asya’daki bazı ülkelere çok ihtiyaç duyuyor.
Bunlara eklenmesi gereken bir diğer noktada şu: Pasifik bölgesinin iki ada ülkesi Japonya ve Avustralya, Çin’e karşı yeni bir anlaşmaya imza attı. Karşılıklı Erişim Anlaşması’yla iki ülke ortak hareket edecek.
Çevrimiçi görüşen Japonya Başbakanı Kişida Fumio ile Avustralya Başbakanı Scott Morrison’ın ikili ve bölgesel gelişmeleri ele aldığı toplantıda imzalanan anlaşmayla ortak tatbikatlar, silah ve ekipman sevkiyatının hızlandırılması ve kolaylaştırılması hedefleniyor.
İki ülke orduları arasında birlikte çalışabilirlik ve işbirliğini artıracak Karşılıklı Erişim Anlaşması’nın (RAA) ana hedefi Çin’in artan bölgesel etkisi karşısında işbirliği yapmak.
“Serbest ve Açık Hint-Pasifik” vizyonunun hayata geçirilmesinin önemini vurgulayan ikili, Japonya-Avustralya güvenlik işbirliğini güçlendirme sözü verdi. Basına açık kısımda anlaşmanın önemini vurgulayan Kişida, “Japonya ve Avustralya güvenlik işbirliğini yeni bir seviyeye çıkartacak sembol bir anlaşma” dedi. “Tarihi” olarak tanımladığı anlaşmanın iki ülke arasında işbirliğinin yüksek seviyelere taşınmasını sağlayacağının altını çizen Morrison da, “Teknik düzeyde ileriye doğru atılmış önemli bir adım ama bence stratejik düzeyde Tokyo ve Canberra arasında çok daha yakın savunma ilişkileri anlamına geliyor” ifadesini kullandı. Tokyo ve Canberra hükümetleri bu anlaşmayla ilgili kapsamlı müzakerelere 2014’te başlamış ve Kasım 2020’de mutabakata varmıştı. Çin’e karşı ABD ile birlikte hareket eden her iki ülke de silahlanma yarışına hız vermiş durumda. Pekin yönetiminin anlaşmaya tepki vermesi bekleniyor.
Asya-Pasifik bölgesi dünyanın yeni ekonomik ve askeri sıklet merkezi olurken, ABD, Çin’e karşı Hint Pasifik’te AUKUS ve QUAD ile güç devşiriyor ve şurası “tartışmasız” bir gerçek: Batı’nın geleneksel ittifakları dışında, Hint-Pasifik bölgesinde yeni ittifaklar arayan ABD, “entegre caydırıcılık” politikası için yeni müttefiklere ihtiyaç duyuyor; bu bağlamda Çin’i kuşatmaya çalışan “Asya’nın NATO’su” Quad veya AUKUS, Asya-Pasifik’in geleceğini tehdit ediyor.
Çünkü “AUKUS bir savaş kışkırtıcılığı”[17] olması yanında; ABD’nin Çin’e karşı “Kuşatma stratejisi”![18]
Bu yanıyla Quad mekanizması “Özgür ve açık bir Hint-Pasifik bölgesi” iddialarına rağmen bölgeyi bölmek ve çeşitli güçleri Çin’e karşı kışkırtmakla meşgulken; Washington Zirvesi de söz konusu çatışma modeline yeni bir şekil verme girişimi olarak görülebilir.
AUKUS/ Quad’ın amacı “Çin’i kuşatmak” olsa da bölge ülkeleri, itibarı sorgulanan Washington ile Pekin arasında tercih yapmak istemiyorlar. Rusya’dan 5.4 milyar dolara aldığı S-400 hava savunma sistemlerini Aralık ayında teslim almaya hazırlanan Hindistan’ın pozisyonunu, eski Dışişleri Bakanı Sliyam Saran, “Tüm yumurtaları aynı sepete koyamayız,” sözleriyle açıklıyor.
Keio Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yoshihide Soeya da, “Çin tehdidine vurgu yaptıkça, ABD’ye daha bağımlı kalıyorsunuz. Japonya’nın arzusu buysa, sözde stratejik özerkliğini kaybedecektir,”[19] diyor…
RUSYA KUŞATMASI
Kuşatılan sadece Çin değil; Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, Batı’nın kapsamlı bir savaş açtığını söylerdiği[20] Rusya da, ABD’nin küresel NATO hedefiyle bağıntılı olarak kuşatılıyor.
SSCB’nin likidasyonu, Varşova Paktı feshedildiğinde NATO 16 üyeden oluşuyordu. Ancak ABD, 1999’dan itibaren NATO’yu Rusya’ya doğru genişletme kararı aldı. Böylece “Soğuk Savaş” boyunca SSCB’yi çevrelemesini daha da ilerleterek Rusya’yı “daraltılmış kuşak” ile boğmaya başladı.
ABD birinci dalgada 12 Mart 1999’da Çekya, Macaristan ve Polonya’yı; ikinci dalgada 29 Mart 2004’te Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya’yı; üçüncü dalgada 1 Nisan 2009’da Arnavutluk ve Hırvatistan’ı; dördüncü dalgada 5 Haziran 2017’de Karadağ’ı ve beşinci dalgada 20 Mart 2020’de Kuzey Makedonya’yı NATO’ya üye yaptı.
ABD 2008’den beri de 30 üyeli NATO’yu, Ukrayna ve Gürcistan ile şartlar elverdiğinde de Moldovya, Bosna-Hersek, Finlandiya ve İsveç ile 36 üyeli bir savaş makinesi hâline getirme amacındaydı. Bu böyle olmadıysa da hep hedefti.
Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Aleksey Yerhov, “Rusya için dönüş yok,”[21] notunu düştüğü Ukrayna da bunun bir verisiyken; İsveç yanında Finlandiya cumhurbaşkanı ve başbakanı, 2022 Haziran’ında NATO’ya üyelik başvurusunda bulunacaklarını açıkladılar.
Vladimir Putin’in, “Problem NATO genişlemesi,”[22] uyarısına rağmen; Helsinki, “askeri tarafsızlık” tutumunu bozarak NATO’ya yeşil ışık yakınca; Finlandiya ve İsveç’in olası NATO üyeliğine İngiltere güvence verdi.[23]
KÜRESELLEŞEN MİLİTARİZM
Devasa ölçekli kamplaşma kaçınılmaz olarak küresel militarizasyon, silahlanma ivmesini artırıyor. Yani “Büyük güçler arası rekabet”, “Yeni Soğuk Savaş” derken silahlanma yarışı hızlanıyor.
Dünyanın toplam askeri harcamalarını izleyen grafiğe bakınca (SIPRI verileri), eğrinin 1980’lerin başından Birinci Körfez Savaşı’na kadar “güneye” gittiğini görüyoruz. Grafik 1990’ların son yıllarında yukarı dönmeye başlıyor, artış eğilimi 2000’lerin başında ivme kazanıyor. Dahası askeri harcamalardaki bu artış eğilimi ne 2000’lerin başındaki resesyondan ne de 2007/2008 finansal krizinden, “büyük durgunluktan” olumsuz yönde etkileniyor. Örneğin 2008’de 1.5 trilyon dolar olan askeri harcamalar 2010’da 1.7 triyon dolara çıkıyor. Artış eğilimi 2011-2013 arasında yavaşlıyor, sonra yeniden bu kez hızlanarak artmaya başlıyor, 2022’ye gelindiğinde ilk hesaplamalara göre, 2 trilyon doları aşması bekleniyor.
Silah sanayisinin en büyük müşterisi NATO! ABD ve yedi büyük NATO üyesi ülke dünyanın toplam silah harcamalarının yarısından fazlasını gerçekleştiriyorlar. Bu listeyi Rusya, Hindistan ve Çin gibi büyüklerle biraz genişletirsek toplam silah harcamalarının yüzde 81’inin yalnızca 15 ülke tarafından yapıldığını görüyoruz. Bu müşterilerin küresel silah piyasası içindeki paylarına bakarsak ABD’nin, yüzde 39’la (754 milyar dolar) birinci sırada geldiğini görüyoruz. Bunu yüzde 11’le (207 milyar dolar) Çin, yüzde 4’le (72 milyar dolar) İngiltere, yüzde 3’le (66 milyar dolar) Hindistan ve yüzde 3’le (62 milyar dolar) Rusya izliyor. Dünyanın geri kalanının toplam payı yalnızca yüzde 19 (361) milyar dolar.
Ukrayna krizi de silah sanayii için büyük bir fırsat yarattı. Daha geçenlerde medyada ABD’nin Ukrayna için 2.6 milyar dolarlık bir silah yardımını yasalaştırdığını, bu yardımın, ilk anda devreye giren 800 milyon dolarlık diliminin içeriğinin listesini okuduk: 155 mm’lik howitzer’ler, radar sistemleri, İHA ve SİHA’lar, füzeler, zırhlı araçlar, helikopterler, sahil koruma botları ve daha neler neler… Ancak, deyim yerindeyse, Ukrayna “fındık fıstık”. Silah sanayisinin gündeminde zengin müşteriler var. Örneğin Almanya 56 milyar dolarlık savunma bütçesine yüz milyar dolar ekleyecek; askerliği mecburi hizmete dönüştürmeyi tartışıyor. Belçika, İşveç, Hollanda, Finlandiya, Romanya, Letonya savunma bütçelerini artırıyorlar.
Emperyalist sistem içinde, büyük güçler rekabetinin kızışmasına paralel yeni bir silahlanma yarışının hızlanması çok tehlikeli olasılıklara işaret ediyor.[24]
Mesele ABD Başkanı Joe Biden 2022 mali yılı savunma harcamalarını içeren, Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası’nı (NDAA) onayladı. 740 milyar doları Savunma Bakanlığı (Pentagon) bütçesi; 27.8 milyar doları, Enerji Bakanlığı bünyesindeki savunma harcamaları ve 0.4 milyar doları, diğer savunma harcamaları için olmak üzere 768.2 milyar dolarlık NDAA, Biden’ın imzasıyla yasalaştı.[25]
Ayrıca silah satışı Avrupa’da yüzde 20 arttı. Satışların Ukrayna’nın işgali öncesi tırmanışa geçtiği dikkat çekti.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI), dünya genelindeki silah ve askeri teçhizat satışıyla ilgili yayımladığı raporda 2017-2021 dönemi bir önceki 2012-2016 dönemi ile karşılaştırılarak silah ithalatında değişimleri değerlendirirken raporda şu çarpıcı veriler yer aldı:[26]
- i) Avrupa’nın en büyük silah ithalatçıları İngiltere, Norveç ve Hollanda oldu.
- ii) Asya ve Okyanusya, küresel transferlerin yüzde 43’ünü alarak silah ithal eden en büyük bölge olmayı sürdürdü.
iii) Hindistan’ın silah ithalatı 2012-16 ve 2017-2021 arasında yüzde 21 azalsa da ; Hindistan yine de en büyük silah ithalatçısı oldu.
- iv) Orta Doğu ülkeleri, 5 yılda yüzde 2.8 daha fazla silah ithal etti. Bir önceki artış oranı yüzde 86 olmuştu.
- v) Dünyanın en büyük ikinci silah ithalatçısı olan Suudi Arabistan’da silah ithalatı yüzde 27 arttı.
- vi) Silah ithalatını yüzde 227 artıran Katar, en büyük silah ithalatçıları sıralamasında 22’den 6’ya yükseldi.
vii) ABD, silah ihracatını yüzde 14 artırarak küresel payını yüzde 32’den yüzde 39’a çıkardı. Orta Doğu ise ABD silah transferlerinin yüzde 43’ünü oluşturdu.
viii) Savunma harcamalarını artıran Avrupa ülkeleri için Rusya’nın Ukrayna işgali adeta bahane oldu. SIPRI raporuna göre 2017-2021 yılları arasında askeri harcamalarını yüzde 19 oranında artıran Avrupa ülkeleri savaşın başladığı 24 Şubat 2022’den beri silahlanmaya iyice hız verdi.
HANGİ ÜLKE NE YAPTI?[27] | |
Almanya | Almanya Ukrayna savaşın ardından silahlanma için 100 milyar euroluk özel bir fon ayırdı. Her yıl gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yüzde 2’sinden fazlasını savunma için yatırım yapacak. Ayrıca eskimiş Tornado uçaklarının yerine Amerika’dan 35 adet F-35 savaş uçağı satın almaya karar verildi. |
İtalya | İtalya’da Temsilciler Meclisi’nde oylanan Ukrayna’ya yönelik yardımlarla ilgili bir kararname çerçevesinde, hükümete GSYİH’nın yüzde 2’sini savunma harcamalarına ayırmaya çağıran bir karar maddesi de onaylandı. Avrupa Birliği’nin 3’üncü büyük ekonomisi olan İtalya’nın 2021’de savunma harcamalarına 24.4 milyar avro ayırdığı, bunun da GSYİH’nın yaklaşık yüzde 1.4’üne denk geldiği basına yansımıştı. |
Norveç | NATO üyesi Norveç de silahlanma yarışını hızlandıranlardan. Oslo yönetimi bu yıl Rusya sınırına yakın kuzey bölgesindeki askeri varlığını güçlendirmek amacıyla 340 milyon dolar ek bütçe sağlayacağını aktardı. |
Polonya | Varşova yönetimi savaşın hemen öncesinde ABD ile 32 adet savaş uçağı almak için anlaşma imzalamıştı. Aynı zamanda MQ-9 Reaper insansız hava araçlarından (İHA), özel ve hızlandırılmış bir prosedür kapsamında satın almak için harekete geçti. |
İsveç | İsveç ve komşusu Danimarka da Ukrayna krizden sonra savunmayı güçlendirme adı altında silahlanmaya hız verdi. |
Slovakya | Almanya ve Hollanda Patriot hava savunma sistemlerini ülkede konuşlandırdı. Patriotlar, Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle NATO’nun doğu kanadının güçlendirilmesi amacıyla aktarıldı. Bu kapsamda ülkede 2 bin 100 NATO askeri de konuşlandırılacak. |
Ve bir şey daha: Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rus ordusunun silahlanma ve modernizasyonu için 2020’ye kadar 614 milyar dolar harcama yapılacağını açıklamış[28] ve sonrası da fazlasıyla gelmişti.
Tüm bu militarist yığınak, büyük kapışmaya hazırlık değilse nedir ki?!
ASKERİ MAFYA: NATO
Yıllar önce Fidel Castro’nun, “NATO, askeri bir mafyadır,” diye ifade ettiği karşı-devrimci zorbalık Ukrayna meselesi şahsında hâlâ (ve daima) yerkürenin gündem maddesi…
ABD emperyalizminin temel yönelimi NATO’nun genişle(til)mesiyken; Rusya vesileysiyle Ukrayna’da bunun kaldıracı…
ABD/ NATO, Rusya’yı “demokrasi ve özgürlükler”in önündeki bir engelden ziyade, kendi gücünün devamlılığı karşısında bir engel ve küresel yönelişi için bir vesile olarak görüyor.
Ukrayna savaşı nedeniyle 24 Mart 2022’de olağanüstü toplanan NATO Liderler Zirvesi’nin açıklamasına bakıldığında, en önemli maddenin Çin’e yapılan çağrı olduğu görülecektir.
‘NATO Zirvesi Sonuç Bildirisi’nde, Çin’e, “Rusya’nın savaş girişimlerini desteklemekten ve Rusya’nın yaptırımları atlatmasına yardımcı olacak herhangi bir eylemden kaçınma” konusunda çağrı yapıldı. Çinli yetkililerin son zamanlardaki yorumlarından endişe duyulduğu da belirtilen bildiride, Çin’den “barışçıl bir çözümü desteklemesi” istendi. Barışçı çözümden kastedilen ise, Rusya’nın kayıtsız şartsız Ukrayna’dan çekilmesiydi.
NATO bildirisi ile Rusya tehdit edilse bile, esas olarak Çin uyarılıyor ve yaptırım kapsamına alınabileceği belirtiliyorken; NATO Bildirisi ile Rusya ve Çin arasında kurulan ve geliştirilmeye çalışılan stratejik ittifak sabote edilmeye çalışılıyor.
Yani ABD/ NATO için aslî mesele Ukrayna değil, emperyalist stratejinin geliştirilip/ genişletilmesidir; İngiltere Dışişleri Bakanı Liz Truss’ın şu dört mesajı (28 Nisan 2022) ise, önümüzdeki süreçte yaşanacak güç mücadelesine ve yeni cephe çabalarına ışık tutuyor:
- i) İngiltere, “küresel ekonominin yaklaşık yarısını” temsil ettiklerini belirterek Çin’i, kendilerinin geçen yüzyılda belirlediği uluslararası kurallara uymaya çağırdı.
- ii) İngiltere, “küresel ekonominin yaklaşık yarısı” olan G7’nin, artık “ekonomik bir NATO gibi hareket etmesi gerektiğini” açıkladı.
iii) İngiltere, NATO’nun bugüne kadar Avrupa’nın savunmasına odaklandığını, ancak şimdi Pasifik’in korunması ve Tayvan’ın savunulması gerektiğini, bunun için de artık “küresel bir NATO’ya ihtiyaçları olduğunu” belirtti.
- iv) İngiltere, NATO’nun genişletilmesini savundu; bu amaçla hem Finlandiya ve İsveç’e katılım çağrısını tekrarladı hem de Gürcistan ve Moldova gibi ülkelerin NATO tarafından desteklenmesi gerektiğini söyledi.
ABD-İngiltere’nin “küresel NATO” hedefi, işte bu ellerinde kalan “yarım dünya” içindeki “oynak müttefiklerini” denetim altında tutabilmenin ve Atlantik dünyası üzerinde hegemonyalarını sürdürebilmenin gereği olurken; Thomas Scripps, “AB ve NATO güçleri, Polonya ve Ukrayna’da binlerce askerin konuşlandırılmasını içeren agresif bir Rus karşıtı kampanya yürütüyor.[29] Yarattıkları durum, silahlı bir çatışmayı tetikleme tehdidi içeriyor,”[30] derken Alexey Gryazev soruyor:
“… ‘Soğuk Savaş’ın mimarı’ Amerikalı tarihçi Kennan, NATO’nun genişlemesinin ‘yeni bir Soğuk Savaş’ın başlangıcından’ başka bir anlama gelmeyeceğini ve bunun ‘trajik bir hata’ olacağını söyledi. Neden kimse onu dinlemedi?”[31]
UKRAYNA TURNUSOLU
Ukrayna savaşı XXI. yüzyılda birikmiş bütün sahtekârlıkları ortalığa saçtı!
Şöyle ki; Ukrayna’da olanlar, nihai kertede NATO/ABD/Batı patentli bir fetih projesinden başka bir şey değilken; emperyalist çıkarlar doğrultusunda AB, ABD/NATO’nun arkasına dizilirken; her iki taraf için de haksız olan savaşın ilk kaybı Ukraynalı emekçiler oldu.
Kolay mı?
NATO/ ABD/ Batı her gün binlerce Ukraynalı’nın, Rus ya da başka uluslardan ağır silahların, savaş uçaklarının, tankların, topların ateşi altında ölmesine hiç aldırmadan hedeflerine doğru soğukkanlılıkla ilerliyorken; kendinden menkul “demokrasi”, “insan hakları” ve “hukukun üstünlüğü” edebiyatı Ukrayna’da bir müsveddeye dönüyor!
Kimsenin, bir an dahi kuşkusu olmamalı: Ukrayna savaşı, gerici bir savaştır, haksız bir savaştır; bir emperyal işgal savaşıdır. Savaşın bir tarafında Ukrayna’nın olması, Rusya işgaline karşı kendini savunması sorunun özünde bir şeyi değiştirmiyor. Çünkü bu savaş Rusya ile ABD/ NATO arasında bir savaştır. ABD Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı savaşmaktadır. Bu gerçeklikten ötürü iki tarafa da “Hayır” deyip, gerici savaşa karşı mücadele edilmelidir
Haksız savaş karşısında proletarya enternasyonalistlerin görevi, iki tarafın da caniyane ve ikiyüzlü politikasını teşhir edip, savaşa karşı çıkarken Ukrayna’daki savaş devrimci durumun dünya üzerinde yayılmasının ve şiddetlenmesinin en son ve en çarpıcı örneği olduğunu unutmamak/ unutturmamaktır.
DEPREM VE DALGALARI
Nasıl bir “yeni(lenen) dünya düzeni” inşa edileceği güzergâhında Ukrayna krizi küresel bir depremin işaret fişeğidir.
Değişen denge(sizlik)lerle Rusya, Ukrayna ve Batı Avrupa yeniden biçimleniyor.
Aslında iki kutuplu ancak beş merkezli (ABD, Çin, AB, Rusya, Hindistan) dünya düzen(sizliğ)i yeni(lenen) altüst oluşlara kapı açıyorken; dünya ekonomisinde büyüme hızı geriliyor. Enflasyon merkez ülkelerde 1970’lerden bu yana ilk kez hızla artıyor. Böylece yaklaşık 40 yıl sonra, gündeme bir stagflasyon (enflasyon+durgunluk) riski geliyor. Evet, “geleceğe dönüyoruz” ama 1970’lere mi yoksa 30’lara mı belli değilken;[32] yeni(lenen) kaosun deprem dalgaları yerküreyi kucaklıyor.
“Nasıl” mı? İşte birkaç örnek…
Rusya’ya karşı Ukrayna’yı kullanan ABD yönetimi, bir diğer küresel rakibi Çin’e karşı ise Tayvan’ı kışkırtmaya devam ediyorken; ABD’nin Asya-Pasifik’te de aynı kumarı oynaması gerilimi artırıyor.
‘Euronews’e göre Tayvan ile resmi diplomatik bağların olmaması sebebiyle iki ülke arasındaki en yüksek temsilciliğe karşılık gelen ‘Tayvan Amerikan Enstitüsü’ Başkanı Sandra Oudkirk, “Tayvan Boğazı’nda barış ve istikrar için ortak ve kalıcı menfaatimiz var. Bunu geniş anlamda Hint-Pasifik bölgesinin güvenlik ve istikrarının merkezinde görüyoruz ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin bu istikrarı zayıflatmaya yönelik çabalarından derin kaygı duyuyoruz,”[33] derken; Balkanlar’da yeniden tehlike çanları çalıyor.
Balkanlar’daki 7 devletin -Slovenya hariç- 6’sında ciddi sorunlar yaşanıyor. Bunların en can alıcısı da Bosna Hersek. 1992-1995 kesitinde yüz binlerce kişinin yaşamına mal olan bir savaşın yaşandığı Bosna Hersek’te yeniden savaş çanları çalmaya başladı.
BM’nin Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi Christian Schmidt’ten ABD’ye, Avrupa Komisyonu’ndan Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Mass’a kadar pek çok uluslararası aktörün “savaş çıkabilir” uyarısını dillendirdiği Bosna’da yaşananlar konusunda ‘Avrupa İstikrar Girişimi’nden (ESI) Adnan Ćerimagić endişe yaratan birçok neden olduğunun altını çiziyor.[34]
Ayrıca Rusya’nın, doğu komşusu Japonya’yla ilişkileri en kötü döneminden geçiyor. Japonya hükümetinin Putin de dahil olmak üzere 400 civarında Rus vatandaşına Japonya’ya giriş yasağı getirmesi yanında; Rusya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’dan almış olduğu Güney Kuril Adaları’nı “işgal altında topraklar” olarak nitelendirmesi Moskova’nın tepkisine yol açarken ilişkileri daha da gerginleştiriyor.
Evet, yerküre alev almaya hazır bir barut fıçısını andırıyor!
NE YAPMALI (MI)?
- İ. Lenin’in, “Marksizm, pasifizm değildir.”[35] “Menşevizmin özü, işçi sınıfı mücadelesini liberalizme ayak uyduracak hâle getirmekti,”[36] vurgusunu kulaklarımıza küpe ederek; Johann Wolfgang von Goethe’nin, “Siz kendinize inanın, başkaları da size inanacaktır,” sözlerini asla unutmadan hızla sıralarsak…
EMPERYALİZM
Öncelikle, emperyalizmin ne olduğu yeniden hatırlanıp, buna uygun davranmak gerek!
Bununla bağıntılı olarak, “Reformlar yoluyla emperyalizmin temellerini değiştirmek olanaklı mıdır? Emperyalizmdeki çelişkileri artırmak ve derinleştirmek için ileriye mi; yumuşatmak için geriye mi gitmek gerekir? Bunlar, emperyalizmin eleştirisinin temel sorularıdır,”[37] saptamasının altını çizerek aktaralım:
“Emperyalizmin olanaklı en kısa tanımını yapmak gerekseydi, şöyle derdik: emperyalizm, kapitalizmin tekelci aşamasıdır.”[38]
“Mali sermaye özgürlük istemez, egemenlik ister.”[39]
“Emperyalizmin başlıca ekonomik temeli, tekeldir. Bu tekel, kapitalisttir, yani kapitalizmden doğmuştur ve kapitalizmin, meta üretiminin, rekabetin genel koşulları içinde, bu genel koşullarla sürekli ve çözülmez bir çelişki hâlindedir. Bununla birlikte, bütün tekeller gibi, kapitalist tekel de şaşmaz bir biçimde bir durgunluk ve çürüme eğilimine yol açar. Tekel fiyatlarının, geçici olarak bile sabit tutulması, bir noktaya kadar, ilerlemedeki itici öğeleri yok eder, bunun sonucu olarak da bütün ilerlemeleri frenler.”[40]
“Bütün tekeller gibi, kapitalist tekel de şaşmaz bir biçimde bir durgunluk ve çürüme eğilimine yol açar.”[41]
“Emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı; sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı; dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılmasının başlamış olduğu ve dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir.”[42]
“Emperyalizm, yüksek düzeyde gelişmiş kapitalizmdir; emperyalizm demokrasinin inkârıdır ‘dolayısıyla demokrasi kapitalizm altında elde edilemez bir şeydir.’ Emperyalist savaş, ister gerici monarşilerde, isterse ilerici cumhuriyetlerde olsun tüm demokrasinin apaçık ihlâlidir, dolayısıyla haklardan (yani demokrasiden) söz etmenin hiç gereği yoktur.”[43]
“Ekonomik açıdan emperyalizm (ya da mali-sermaye ‘çağı’ – sözcükler önemli değil) kapitalizmin gelişmesindeki en yüksek aşamadır, üretimin çok büyük ve engin boyutlara ulaşmasıyla serbest rekabetin yerini tekele bıraktığı aşamadır. Emperyalizmin ekonomik özü budur. Tekel kendini, tröstlerde, birliklerde (syndicates), vb., dev bankaların mutlak kudretinde (omnipotence), hammadde kaynaklarının kapatılmasında, banka sermayesinin yoğunlaşmasında, vb. ortaya koyar. Ekonomik tekel her şey demektir.”[44]
“Dünya egemenliği emperyalist siyasetin özüdür; emperyalist savaş, o siyasetin devamıdır.”[45]
“Emperyalizm önemli ölçüde gelişmiş olan kapitalizmdir… Emperyalizm ister geri monarşilerde olsun ister ileri cumhuriyetlerde, her türlü demokrasinin açıkça ayaklar altına alınmasıdır; o hâlde haklardan söz etmenin bir anlamı yoktur. Emperyalist savaşın karşısına konabilecek tek şey sosyalizmdir; tek çıkış yolu sosyalizmdir.”[46]
“Genel olarak kapitalizm, özeldeyse emperyalizm, demokrasiyi bir yanılsamaya çevirir, aynı zamanda kapitalizm kitlelerde demokrasi özlemlerini uyandırır, demokratik kurumlar yaratır, emperyalizmin demokrasiyi yadsıyışı ile kitlelerin demokrasi için çabalamaları arasındaki uzlaşmaz karşılığı şiddetlendirir.”[47]
“Kapitalizmin, tekelci evresine, mali-sermaye evresine geçişi ile dünyanın paylaşılması için yürütülen savaşımın ağırlığı, birbirine bağlıdır.”[48]
“Kapitalistler dünyayı paylaşıyorlarsa,[49] bunu, kendilerinde bulunan hain duygulardan ötürü değil, ulaştıkları yoğunlaşma düzeyi, kâr sağlamak için kendilerini bu yola başvurma zorunda bıraktığından yapıyorlar. Ve dünyayı, mevcut ‘sermayeleri’, ‘güçleri’ oranında paylaşıyorlar, çünkü kapitalizmin ve meta üretimi sisteminin var olduğu bir ortamda daha başka bir paylaşma biçimi söz konusu olamaz.”[50]
“Emperyalist dünya, devrimci bunalımlar, şiddetli sınıf mücadeleleri, zayıf halkalardaki devrimci patlamalar ve gerici çatışma ve savaşların iç içe geçeceği bir döneme, kapitalizmin genel bunalımının yeni bir aşamasına doğru yol almaktadır. Bu yol aynı zamanda, işçi sınıfı ve halkların kurtuluşu ve sosyalizmin inşasının yeni bir atılımı döneminin açılmasına doğru yol almaktadır.”[51]
“Kim proletaryaya hizmet etmek istiyorsa, bütün ulusların işçilerini birleştirmeli ve ‘kendisinin’ olsun, başkalarının olsun, milliyetçiliğe karşı kesin savaşıma girişmelidir.”[52]
O hâlde emperyalizmin “reformcusu”, “hak savunucusu”, “dostu” olabileceği zırvalarına prim vermeden “Ama”sız/ “Fakat”sız/ “Belki”siz anti-emperyalist duruş “olmazsa olmaz”dır; “pazarlığa tabi” değildir; ilkeseldir; kırmızı çizgidir!
- İ. Lenin’in kulaklarımızda çınlayan haykırışındaki üzere: “Emperyalizmin yanında saf tutarak ve yer alarak bağımsızlık elde edilemez, tam tersine bununla köleleşmeye ve diğer milletleri ezmeye hizmet edilecektir.”[53] “Bugünkü savaşa katılmayı kim haklı gösteriyorsa, o, ulusların emperyalistlerce ezilmeleri suçuna katılıyor demektir.”[54]
KAPİTALİZM
Anti-emperyalist olmak; kapitalizme karşı tavır almadan; olsa, olsa “konjoktürel”dir, karikatürdür.
Malum “Kapitalizm, emek-gücünün kendisinin meta hâline geldiği gelişmesinin en yüksek aşamasındaki meta üretimidir.”[55] “Kapitalist toplum daima üçü bucağı olmayan bir dehşettir.”[56] “Kapitalizmde, ezilen sınıfların kendi demokratik haklarını kullanmalarını olanaksız hâle getiren koşullar istisna değildir, sistemin tipik özelliğidir.”[57]
Çünkü “Kapitalizm, evrensel bir sömürgeci baskı sistemine, bir avuç ‘ileri’ ülkenin, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu mali yönden boğduğu bir sisteme dönüşmüştür.”[58]
“Kapitalizm, kapitalizm olarak kaldıkça, sermaye fazlası, belli bir ülkede yığınların yaşam düzeyini yükseltmeye değil -çünkü bu durumda kapitalistlerin kazançlarında bir azalma söz konusudur-, dış ülkelere, geri kalmış ülkelere sermaye ihracı yoluyla, bu kârları artırmaya yönelirler. Geri kalmış ülkelerde, kâr her zaman yüksektir; çünkü buralarda sermaye pek az, toprak fiyatı nispeten düşük, ücretler az, hammadde ucuzdur.”[59]
“Kapitalizm, emperyalizm aşamasında, üretimin en kapsamlı toplumsallaşmasının eşiğine götürmekte, kapitalistleri deyim yerindeyse bilinç ve iradeleri dışında, serbest rekabetten tam toplumsallaşmaya geçişi temsil eden yeni bir toplumsal düzene çekmektedir. Üretim toplumsallaşıyor, fakat mülk edinme özel kalmaya devam ediyor.”[60]
“Gelişmesine küçük tefeci sermaye ile başlayan kapitalizm, gelişmesini dev tefeci sermaye ile sona erdirmektedir.”[61]
Tam da bu tabloda “Ezilen bir sınıf, silah kullanmayı öğrenmek ve silah edinmek için çaba göstermiyorsa, köle muamelesi görmeyi hak ediyor demektir.”[62]
Çünkü “Her sınıflı toplumda, ister köleliğe, serfliğe, ister şimdi olduğu gibi ücretli emeğe dayansın, ezen sınıf her zaman silahlıdır. Yalnız modern sürekli ordu değil, modern milis kuvveti bile -örneğin en demokratik burjuva Cumhuriyeti İsviçre’de bile- burjuvazinin proletaryaya karşı silahlanmasını temsil eder.”[63]
SAVAŞ MESELESİ
Tam da burada, Ukrayna üzerinden savaş meselesi karşımıza dikilir.
Tekrar pahasına bir kere daha altını çizelim: Rusya-Ukrayna arasındaki savaş, her ne kadar iki ülke arasında yaşanıyor gibi sunulmaya kalkışılsa da, aslında küresel bir paylaşım kapışması; yani ABD eksenindeki Batı ile Rusya ve bağlaşıklarının savaşıdır.
BM Dünya Gıda Programı (WFP), Rusya-Ukrayna savaşının yol açtığı gıda krizi nedeniyle dünyada 47 milyon kişinin şiddetli açlık çekebileceği uyarısında bulunurken;[64] ABD’nin Ukrayna’ya desteği 3.5 milyar doları aştı. Diğerlerinin yaptığı yardımlarla toplam tutar 5 milyar dolara yaklaştığı ve Almanya’nın da yardımlara doğrudan katkı verdiği[65] güzergâhta Amerikalıların üçte birinin “Rusya ile nükleer savaş pahasına olsa da Ukrayna’da askeri müdahaleyi” destekliyor olması, çok iç açıcı olmadığı gibi[66] büyük bir tehdide de işaret ediyor; bu da, egemenlerin küresel karşı-devrimci şiddetini, terörünü devreye sokacağa benziyor.
Öncelikle altını çizip, hatırlatayım: “Tarihte hiçbir zaman şiddet ezilenlerden kaynaklanmamıştır.”[67]
Şiddetin kaynağı emperyalist-kapitalist egemenlerdir; başka bir şey değil!
İş bu nedenle savaşın nedeni de emperyalist-kapitalist egemenlerin sistemidir!
Devamla: “… ‘Savaş politikanın başka araçlarla, yani şiddet araçlarıyla devamıdır.’ Bu ünlü söz, savaş üzerine derin bilgisi olan yazarlardan birisi, Clausewitz tarafından söylenmiştir. Marksistler, haklı olarak, bu sözü, daima, her savaşın özelliğini kavramada teorik temel olarak görmüşlerdir. Marks ve Engels de savaşlara işte bu görüş açısından bakmışlardır. Bu görüşü şimdiki savaşa uygulayınız. (Birinci Dünya Savaşı) Göreceksiniz ki, yıllar yılı, neredeyse yarım yüzyıldır, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya ve Rusya’nın hükümetleriyle yönetici sınıfları, sömürgeleri yağma etme, yabancı uluslara zulmetme, işçi sınıfı hareketlerini ezme politikasını gütmüşlerdir. Bugünkü savaşta izlenen politika da, işte tıpkı bu politikadır…”[68]
“Günümüzün emperyalist burjuvazisi köleliği güçlendirip sağlamlaştırmak amacıyla köle sahipleri arasında yürütülen bugünkü savaşta halkları tam da bu şekilde ‘ulusal’ ideoloji ve ‘anavatan savunması’ laflarıyla aldatmaktadır.”[69]
“Şimdi gözünüzde canlandırmaya çalışın: 100 kölesi olan bir köle sahibi, kölelerin ‘daha adil’ bir şekilde paylaşılması için, 200 kölesi olan bir başka köle sahibine savaş açıyor. Bu durum için, ‘savunma’ savaşı ya da ‘anayurdun savunulması için savaş’ gibi kavramların kullanılması tarihsel bakımdan kesinlikle yanlıştır, uygulamada ise sıradan halkın, eğitimsiz ve cahil insanların, kurnaz köle sahipleri tarafından aldatılmasıdır. Bugünkü emperyalist burjuvazi, tam da bu yöntemle, ‘ulusal’ ideoloji ve ‘anayurdun savunulması’ gibi kavramları kullanarak, köleliği sağlamlaştırmak ve güçlendirmek için köle sahipleri arasında yürütülen savaşlar konusunda halkı kandırıyor.”[70]
Buna “Hayır” demek zorundayız. Ancak şunu da unutmadan; “Sosyalistler, halklar arasındaki savaşları daima barbarca ve canavarca bulmuşlar ve kötülemişlerdir. Bizim savaşa karşı tutumumuz gene de aslında burjuva pasifistleri ile anarşistlerden farklıdır. Her şeyden önce, biz, bir yanda savaşlar ile öte yanda bir ülke içindeki sınıf savaşımları arasındaki ayrılmaz bağlılığı; sınıflar ortadan kaldırılmadan ve sosyalizm kurulmadan savaşların ortadan kaldırılmasının olanaksızlığını ve iç savaşların, örneğin, ezilen sınıfın ezene, kölenin köle sahiplerine, serflerin toprak beylerine, ücretli işçilerin burjuvaziye karşı verdikleri savaşların haklılığını, ilerici niteliğini ve gerekliliğini tamamen kabul ederiz.”[71]
“Sosyalistler, sosyalist olmaktan vazgeçmeksizin, genel olarak bütün savaşlara karşı olamazlar. Mevcut emperyalist savaşın bizi körleştirmesine izin vermemeliyiz. Büyük güçler arasındaki bu tür savaşlar, emperyalist çağın özelliğidir; ancak ezilen halkların zulmünden kurtulmak için kendilerini ezenlere karşı yürüttükleri savaşlar örneğinde olduğu gibi demokratik savaşlar ve ayaklanmalar da asla olanaksız değildir. Proletaryanın sosyalizm için, burjuvaziye karşı yürüttüğü iç savaşlar kaçınılmazdır.”[72]
Bunun içindir ki “Kulübelere barış, saraylara savaş!”[73] “Emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürün,” der ve ekler V. İ. Lenin:
“Emekçiler, kapitalistlerin çıkarı, hanedanların gururu, ya da gizli anlaşmalar kombinezonları için birbirlerine kurşun sıkmayı, cinayet olarak kabul eder.”
“Bireylerin hayatındaki ya da ulusların tarihindeki her bunalım gibi, savaş da bazı şeyleri bastırır ve parçalar, diğerlerini ise kuvvetlendirir ve aydınlığa kavuşturur.”[74]
“Üretim araçlarında özel mülkiyet düzeni var olduğu sürece, bu ekonomik temel üzerinde, emperyalist savaşlar, mutlak biçimde kaçınılmaz olacaktır.”[75]
“Ancak, biz, tek ülkede değil bütün dünyadaki burjuvaziyi devirir, yener ve onları mülksüzleştirirsek, savaşlar olanaksız duruma gelir.”[76]
“Emperyalist savaşın karşısına konulabilecek tek şey sosyalizmdir; yalnızca sosyalizm çıkış yoludur.”
“Sınıflar ortadan kaldırılıp da sosyalizm kurulana dek savaş ortadan kaldırılamaz.”
“Silahsızlanma, sosyalizmin bir idealidir. Sosyalist toplumda savaşlar olmayacaktır ve dolayısıyla da silahsızlanma başarılmış olacaktır.”[77]
ULUSAL SORU(N)
Küreselleşmenin yok edeceği “iddia” edilen ulusallık hâlâ ve artarak önemini koruyor.
Çünkü “Emperyalizm, dünya uluslarının bir avuç ‘büyük’ devletçe gitgide daha fazla ezilmesi çağıdır, bu yüzden ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı tanınmaksızın, emperyalizme karşı, uluslararası sosyalist devrim için savaşım vermek olanaksızdır.”[78]
Karl Marx’ın, “Başka bir ulusu ezen ulus, özgür olamaz,”[79] vurgusu zemininde V. İ. Lenin ulusal sorundaki tavrı(mızı) ilişkin ekler:
“İşçiler daha yüksek ücret için greve çıkarlarsa sendikacılık yapıyorlardır. Yahudilerin dövülmesine karşı greve çıktıklarında ise gerçek sosyalisttirler.”
“Ulusal baskı özünde sınıfsal karakter taşır. Ezen ulusların işçilerine okulda ve yaşamda, ezilen uluslar işçilerine tepeden bakmaları, onları küçük görmeleri öğretilir.”
“Sömürge ülkelerin burjuva kurtuluş hareketlerini, ancak bu hareketler gerçekten devrimci oldukları takdirde, bu hareketlerin temsilcileri, o ülkelerdeki köylülüğü ve geniş sömürülen yığınları devrimci bir ruhla eğitmemize ve örgütlememize engel olmadıkları takdirde desteklemeliyiz.”
“Sosyalistler ulusların ezilmesine karşı mücadele etmeden büyük hedeflerine ulaşamazlar.”
“… ‘Kendi’ ulusunun başka ulusları ezmesine göz yuman bir proleter, sosyalist bir proleter olamaz.”[80]
“Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, siyasal bağımsızlık demektir.”[81]
Ve nihayet “Ezilen ulusların sosyalistleri ise, hem ezen, hem de ezilen azınlıkların, işçilerin tam bir birliği için savaşım vermelidir. Bir azınlığın ötekinden yasalar yoluyla ayrılması fikri (sözde ‘kültürde, ulusal özerklik’) gerici bir fikirdir.”[82]
TAVRIMIZ
Yeniden paylaşım, emperyalist savaş meselesindeki tavr(ımız)ın net olarak şöyledir:
“Sıradan halkın, eğitimsiz ve cahil insanların, kurnaz köle sahipleri tarafından aldatılmasıdır. Bugünkü emperyalist burjuvazi, tam da bu yöntemle, ‘ulusal’ ve ‘anayurdun savunulması’ gibi kavramları kullanarak köleliği sağlamlaştırmak ve güçlendirmek için köle sahipleri arasında yürütülen savaşlar konusunda halkı kandırıyor.”[83]
“Sosyal demokrasinin öncelikli görevi, savaşın gerçek anlamını açıklamak ve bu savaşı savunan hâkim sınıfların, burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin yaydığı sahte, ikiyüzlü ve ‘yurtsever’ söylemleri hiç acımadan teşhir etmektir.”[84]
“Sosyalistler, hepsini de devirmek için, soyguncular arasındaki çekişmeden yararlanma yoluna gitmelidirler. Bunu yapabilmek için de sosyalistler, her şeyden önce, halka doğruları söylemeli; yani bu savaşın, köleliği güçlendirmek için köle sahipleri arasında bir savaşım olduğunu söylemelidirler.”[85]
“Bütün ülkelerin burjuva sınıflarının şovenizmine ve yurtseverliğine karşı, yaşasın işçilerin enternasyonal kardeşliği! Yaşasın oportünizmden uzak proleter Enternasyonal!”[86]
Bunlar böyleyken tavrımız ne Volodimir Zelenski ne de Vladimir Putin olamaz; “Alayına isyan” diyenler için al birini vur ötekine!
Hayır; defalarca kesinlikle hayır!
“Öncelikle ve kestirmeden belirtelim ki; ortada klasik anlamda büyük, zorba ve saldırgan bir emperyal güç ile saldırıya uğrayan mazlum ve mağdur bir ülke ve bir halk yok. Somut durumu tam olarak kavramak için belli bir soyutlama yaparak belirtirsek eğer; Rusya’nın, uzun bir tereddüt dönemi geçirdikten sonra, NATO saldırısını ya da kuşatma harekâtını Ukrayna üzerinde karşılamaya ve durdurmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Sorunun temelinde yatan asıl neden budur”![87]
Ya da “Avrupa bölündü, NATO’da kırılma… Evet, Çin ve Rusya, ABD’nin küresel polisliğine son verdi!”[88] “Nedir büyük değişim? ABD’nin emperyalist saldırganlığının dizginlenmeye başladığı ve yeni bir dünyanın kurulmakta olduğu…”[89]
Veya “Ortada tek yürek olamamış bir NATO ve tehditlerinin arkasında duramayan bir ABD var”![90] zırvalara yaslanarak zalimlerden birinden yana saf bağlayamayız!
Hayır, hayır! Rusya-Ukrayna (NATO) savaşında, haksız savaşa karşı olmak dışında bir ikilemimiz olamaz!
Ne NATO’cu Zelenski ne de Putinci olmak seçenek değil, cinayettir.
NATO’cu taraf, Putin’in bir otokrat olduğunu, yayılmacı politika izlediğini, Ukrayna’yı işgal ederek sivilleri öldürdüğünü, çevresinde topladığı oligarklarla birlikte emperyal hayaller kurduğunu…
Putinci taraf da, NATO’nun dünya egemenliğini kurmak için Ukrayna’yı kullandığını, enerji kaynaklarının denetimini sağlama amaçlı Rusya ve Çin’e çevreleme operasyonu yaptığını, NATO’nun dünyanın birçok yerinde sivilleri öldürdüğünü… vb. argümanlar öne sürüyorlar!
İki tarafın NATO ve Putin hakkında ileri sürdüğü argümanlar kesinlikle doğru! Evet ikisi de haklı, birbirleri hakkında söyledikleri de!
Lakin biz bunların tarafı değiliz!
Savaşın birincil nedeni, uluslararası kötülüğün simgesi NATO’nun saldırgan emellerini de; Putin’in yayılmacı politikasını da kesinlikle reddetmekle mükellefiz!
NATO’nun oyununu bozduğu için Rusya’nın emperyal emellerinin peşinde koşan Putin’in yanında duranlarla da; neo-Nazi eğilimleri kaşıyarak yerel oligarklarını palazlandıran ve iktidarını tahkim etmek için Batı’nın dümen suyunda siyaset yapan Zelenski ile de işimiz olmaz…
Aslolan büyük insanlığın mücadelesidir
Bu konuda Rusya’da savaş karşıtı sosyalist ve komünist oluşumların savaşın 8. günü (3 Mart 2022) basına yansıyan manifestosundaki şu ifadeler tavrımızın özetidir: “Putin kendi kaderini ülkemizin kaderiyle ilişkilendirmeye çalışıyor. Başarısız olursa, kaçınılmaz yenilgisi tüm ulusun yenilgisi olacaktır. O zaman gerçekten de savaş sonrası Almanya’nın kaderiyle yüzleşebiliriz: İşgal, toprak paylaşımı, toplu suçluluk kültü. Savaş Putin ve rejimidir. Bu yüzden biz Rus sosyalistleri ve komünistleri bu canice savaşa karşıyız. Rusya’yı kurtarmak için bunu durdurmak istiyoruz. Müdahaleye hayır! Diktatörlüğe hayır! Yoksulluğa hayır!”[91]
Ayrıca ‘Uluslararası Marksist Leninist Partiler ve Örgütler Koordinasyon (CIPOML) Komitesi’nin açıklaması da tavrımıza tercüman oluyor:
“Hiçbir ‘taraf’ halkların dostu değil… ‘Ukrayna sorununa müdahil taraflardan hiçbirinin halkların lehine politikalar izlemedikleri kesin. Herhangi bir gerekçeyle taraflardan hiçbiri desteklenemez. Batılıların ‘ülkelerin egemenliği ve demokrasi savunucusu’ olduğu kadar Rusya ve Çin’in halkların dostu oldukları tezi de sahtedir.
Soruna taraf emperyalist ülke halklarının egemenlerinin izledikleri Ukrayna politikasından en küçük bir çıkarları yoktur. Üstelik başta Avrupa olmak üzere bütün ülkelerin halkları, -silahlanma harcamalarının tırmandırdığı ve tırmandıracağı- yükselen enflasyon, düşen ücretler, kötüleşmekte olan çalışma ve yaşam koşullarıyla yükselişte olan faşizm eğiliminin mağdurları durumunda. Buna, Rusya’nın Ukrayna saldırısının sonucu olarak nakil yollarındaki kesintilerle şimdiden ağırlaştırılan enerji fiyatlarında yükselişle tetiklenen zincirleme fiyat artışlarının yol açacağı mağduriyet ekleniyor.”[92]
Tekrarlayalım!
“Onlar sizi büyük demokrasi şiarlarıyla maskelenmiş bir savaşta, emperyalist kapitalizm için dövüştürerek aldatıyorlar.”[93]
“Silahlar diğer ülkelerin ücretli köleleri olan kardeşlerimize değil, tüm ülkelerin gerici ve burjuva hükümetlerine ve partilerine yöneltilmelidir.”
“Kapitalist sömürü ve cinayet dünyasının karşısına, proleter barış ve halkların birliği dünyasının yığınlarını çıkartınız.”
“Sosyalistler, yığınlara, kurtulmaları için tek çıkar yolun ‘kendi’ hükümetlerini devirmek olduğunu ve bu amaçla, hükümetlerinin bu savaşta içine düştükleri güçlüklerden yararlanmaları gerektiğini anlatmalıdırlar.”[94]
“… ‘Sosyal’ vaizler ve oportünistler, geleceğin barışçıl sosyalizminin hayallerini kurmaya her zaman hazırdırlar. Ama bunları devrimci sosyal-demokratlardan ayıran şey, bu güzel geleceğe kavuşmak için gerekli çetin savaşımlar ve sınıf savaşları üzerine kafa yormaya yanaşmamalarıdır.”[95]
“Her kim kalıcı demokratik bir barış istiyorsa, hükümetlere ve burjuvaziye karşı iç savaştan yana olmak zorundadır.”[96]
“Ezilen bir sınıf, silah kullanmayı öğrenmek ve silah edinmek için çaba göstermiyorsa, köle muamelesi görmeyi hak ediyor demektir. Eğer burjuva pasifist, ya da bir oportünist değilsek, sınıf mücadelesinden ve egemen sınıfın iktidarını yıkmaktan başka bir çıkış yolunun bulunmadığını ve de bulunmayacağını, sınıflı bir toplumda yaşadığımızı unutamayız.”[97]
ÇÖZÜM (MÜ?)
“Büyükler”in mamûlatı yeniden paylaşım, emperyalist savaş “sıcak-soğuk karması” bir alt üst oluştur ve “Omnes una manet nox/ Hepimizi bekleyen aynı gecedir.”
Karanlıklar ya aşılacak ya da hep birlikte boğulacağız!
Tam da bu koordinatlarda kalıcı biricik çözümün devrim olduğundan kimsenin kuşkusu olmamalıdır![98]
Hem de Karl Marx’ın, “Toplumsal devrimler güçlü olanın zaafıyla değil, zayıf olanın gücüyle gerçekleşebilir,” tarifindeki üzere!
Çünkü “Devrim için atılan her muzaffer adım, yüz binlerce, milyonlarca insanı ölümden, sefalet ve açlıktan kurtaracaktır.”[99]
“O hâlde” mi?
“Kötümserliğin zorunlu olarak çöküşün, yıkılışın, başarısızlığın, yorgun ve zayıf düşmüş içgüdülerin işareti”[100] olduğunu unut(tur)madan yapılması gerekenleri yapma zamanıdır şimdi(ler); Umberto Eco’nun “Ne yani böylesi korkunç bir dünyanın bir de cehennemi mi var?” sorusu eşliğinde…
21 Mayıs 2022 13:50:54, İstanbul.
N O T L A R
[1] 4 Haziran 2022’de Kaldıraç’ın Ankara’da düzenlediği “İşçi Sınıfı İktidarı Mümkün: Sosyalizm Sempozyumu”nda yapılan konuşma… Kaldıraç Dergisi, No:251, Haziran 2022…
[2] Stefan Zweig, Korku, çev: İlknur İgan, Türkiye İş Bankası Yay., 2017, s.58.
[3] José Saramago, Körlük, çev: Aykut Derman, Can Yay., 1999.
[4] Jeremy Scahill, “Vekâlet Savaşları”, Birgün, 4 Nisan 2022, s.10.
[5] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Küresel Güney’de ‘Mükemmel Fırtına’…”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 2022, s.11.
[6] Ergin Yıldızoğlu, “Küresel Stagflasyon”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2022, s.9.
[7] İkbal Düre, “Oyun Başlarken”, Birgün, 29 Eylül 2021, s.5.
[8] İbrahim Varlı, “Quad’dan Aukus’a Hint/Asya-Pasifik”, Birgün, 21 Eylül 2021, s.4.
[9] İbrahim Varlı, “İyi ve Kötü Otokratlar”, Birgün, 22 Mart 2022, s.4.
[10] Ergin Yıldızoğlu, “Çöle Çevirirler Adına Barış Derler”, Cumhuriyet, 25 Nisan 2022, s.11.
[11] Ergin Yıldızoğlu, “Almanya Uyandı”, Cumhuriyet, 3 Mart 2022, s.11.
[12] Ceyda Karan, “Pandora’nın Açık Kutusu ve AUKUS”, Birgün, 20 Eylül 2021, s.4.
[13] ABD, İngiltere ve Avustralya’nın imzaladığı AUKUS anlaşmasına “Sırtımızdan vurulduk” çıkışı yapan Fransa’nın tepkisi sürüyor. Fransa Savunma Bakanı Florence Parly, İngiliz mevkidaşı Ben Wallace’la olan görüşmesini iptal etti. (“Fransa’nın AUKUS’a Öfkesi İyice Büyüyor”, Birgün, 21 Eylül 2021, s.4.)
[14] Patricia A. O’Brien, “AUKUS Anlaşması Ne Anlama Geliyor?”, Birgün, 20 Eylül 2021, s.5.
[15] Vijay Prashad, “AUKUS İttifakı”, Birgün, 5 Ekim 2021, s.5.
[16] Johannes Stern, “Hint-Pasifik’te Güç Gösterileri”, Birgün, 8 Ağustos 2021, s.5.
[17] Ziya Ulusoy, “AUKUS: Savaş Kışkırtıcılığı”, Atılım, Yıl:1, No:31, 8 Ekim 2021, s.17.
[18] Murat Çakır, “Kuşatma Stratejisinde Bir Adım Daha Çin’e Karşı QUAD ve AUKUS”, Politika, Yıl:7, No:68, 21 Ekim 2021, s.20-21.
[19] A. Murat Şener, “Jeopolitik Tükeniş: Hedefler, Söylemler ve Gerçekler”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2021, s.2.
[20] “Stratejik Çekilme Sinyali”, Cumhuriyet, 15 Mayıs 2022, s.7.
[21] “Büyükelçi Yerhov Ukrayna’daki Son Durumu Anlattı”, Cumhuriyet, 16 Nisan 2022, s.7.
[22] “Rusya Gözdağı Verdi”, Cumhuriyet, 17 Mayıs 2022, s.7.
[23] “NATO İçin İlk Garanti”, Cumhuriyet, 12 Mayıs 2022, s.7.
[24] Ergin Yıldızoğlu, “Yeni Silahlanma Yarışı”, Cumhuriyet, 18 Nisan 2022, s.11.
[25] “Biden, 768 Milyar Dolarlık Savunma Bütçesini Onayladı”, Evrensel, 29 Aralık 2021, s.9.
[26] “Avrupa Hızla Silahlanıyor”, Birgün, 15 Mart 2022, s.11.
[27] “Silahlanma Yarışı”, Birgün, 23 Mart 2022, s.11.
[28] “Rusya Silahlanmaya 614 Milyar Dolar Harcayacak”, Hürriyet, 3 Temmuz 2012, s.10.
[29] NATO müttefikleri, Doğu Avrupa’daki NATO yerleşimlerine ek gemiler ve savaş jetleri gönderdi. Kremlin, gerilimi NATO’nun tırmandırdığı belirtildi. Genel Sekreter Jens Stoltenberg, Rusya’nın Ukrayna sınırlarına askeri yığılmasına tepki olarak, NATO müttefiklerinin güçlerini beklemeye aldıklarını ve Doğu Avrupa’daki NATO konuşlanmalarını daha fazla gemi ve savaş uçağıyla güçlendirdiklerini söyledi.
Stoltenberg yaptığı açıklamada, “NATO’ya ek kuvvet katkısında bulunan müttefikleri memnuniyetle karşılıyorum. NATO, ittifakın doğu kısmını güçlendirmek de dahil olmak üzere tüm müttefikleri korumak ve savunmak için gerekli tüm önlemleri almaya devam edecektir” dedi. (“NATO Ek Gemi ve Savaş Uçakları Gönderiyor”, Cumhuriyet, 25 Ocak 2022, s.7.)
Genel Sekreter Jens Stoltenberg, İnovasyon Fonu kapsamında NATO ülkelerindeki mucitlere 1 milyar Euro yatırım yapılmasını beklediğini belirtip, “NATO İnovasyon Fonu, daha büyük bir resmin bir parçasıdır. Beraberinde NATO, Kuzey Atlantik için “DIANA” dediğimiz bir Savunma İnovasyon Hızlandırıcısı inşa ediyor. DIANA’nın bir parçası olarak Müttefikler, güvenliğimiz için sivil yeniliklerden daha iyi yararlanmak amacıyla İttifak genelinde bir teknoloji test merkezleri ve hızlandırıcı siteler ağı sağlamaya kararlıdır,” dedi. (“Yapay Zekâda Uzlaştılar”, Cumhuriyet, 23 Ekim 2021, s.7.)
[30] Thomas Scripps, “NATO, Polonya ve Ukrayna’daki Rus Karşıtı Saldırıyı Hızlandırıyor”, Evrensel, 15 Kasım 2021, s.9.
[31] Alexey Gryazev, “Ukrayna’da Savaş ‘Geliyorum’ Dedi”, Birgün, 28 Mart 2022, s.13.
[32] Ergin Yıldızoğlu, “Fırtınalı Sularda”, Cumhuriyet, 21 Nisan 2022, s.9.
[33] “ABD Bu Kez de Tayvan’ı Kışkırtıyor”, Birgün, 1 Nisan 2022, s.11.
[34] Umut Serdaroğlu, “Bosna’da Savaş Balkanları Yakar”, Birgün, 2 Aralık 2021, s.13.
[35] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970, s.56.
[36] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970, s.57.
[37] V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969, s.245.
[38] yage, s.95.
[39] yage, s.111.
[40] yage, s.106.
[41] yage, 1969.
[42] yage, 1969.
[43] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979.
[44] yage, s.42.
[45] yage.
[46] yage, s.24.
[47] yage, s.17.
[48] V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969, s.84.
[49] “Sömürge politikası da, emperyalizm de, kapitalizmin çağdaş döneminden, hatta kapitalizmden önce vardı. Kölelik üstüne kurulu bulunan Roma, bir sömürge politikası izliyor ve emperyalizmi uyguluyordu. Ama, ekonomik ve toplumsal biçimler arasındaki farkı görmezden gelerek ya da arka planlara iterek, emperyalizmin ‘genel düzeni’ üzerine fikir yürütmek, tıpkı ‘Büyük Roma’ ile ‘Büyük Britanya’ arasında kıyaslamalara girmek gibi birtakım boş palavralara ve bayağılıklara düşürür kişiyi…” (V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969.)
[50] V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969.
[51] yage.
[52] V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968, s.22.
[53] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979, s.12.
[54] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.
[55] V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969.
[56] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970, s.60.
[57] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979.
[58] V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969.
[59] yage.
[60] yage, s.27.
[61] yage, s.65.
[62] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.
[63] yage, s.63.
[64] “BM Gıda Programı: Ukrayna’daki Kriz, Dünyada Milyonlarca Kişiyi Aç Bırakabilir”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2022, s.7.
[65] Le Monde, 28 Nisan 2022.
[66] C. J. Polychroniou, “Noam Chomsky: ‘Haklı Savaşı’ Tartışacağımıza, Nükleer Savaşı Önleyelim”, Yeni Yaşam, 7 Nisan 2022, s.6.
[67] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev: Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 1991, s.38.
[68] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.
[69] yage, s.10.
[70] yage.
[71] yage.
[72] yage.
[73] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970, s.113.
[74] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979, s.29.
[75] V. İ. Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, çev: Cemal Süreya, Sol Yay., 1969, s.11.
[76] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970, s.62.
[77] yage.
[78] yage.
[79] Geçerken hatırlatalım: “Yurtseverlik mülkiyet duygusunun ideal biçimidir.” (Karl Marx, Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’i, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1966.) “Her ulusun içindeki özel çıkarlar, ulusta kaç yetişkin birey varsa ulusu o sayıda ulusa böler”! (Karl Marx, Grundrisse: Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma, çev: Sevan Nişanyan, İletişim Yay., 4. baskı, 2014.)
[80] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970, s.31.
[81] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979, s.30.
[82] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.
[83] yage.
[84] yage.
[85] yage.
[86] yage, s.283.
[87] Merdan Yanardağ, “Ukrayna Savaşı ve Sosyalizm”, Birgün, 27 Mart 2022, s.10.
[88] Mehmet Ali Güller, “İlk Aşamayı Putin Kazandı”, Cumhuriyet, 19 Şubat 2022, s.12.
[89] Mehmet Ali Güller, “Son Zirve ve Büyük Dönüşüm”, Cumhuriyet, 1 Ocak 2022, s.12.
[90] Sarp Sinan Hacır, “Putin’in Oyun Planı Ne?”, Cumhuriyet, 4 Şubat 2022, s.2.
[91] Mehmet Ali Çelebi, “Brest Olgusallığı ve İç Dinamikler Putin’i Saf Dışı Bırakabilir mi?”, Yeni Yaşam, 4 Mart 2022, s.9.
[92] “CIPOML: Rusya Derhâl Çekilsin, Her Türlü Savaş Kışkırtıcılığına Hayır,” Evrensel, 2 Mart 2022, s.9.
[93] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979, s.35.
[94] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.
[95] yage, s.62.
[96] yage, s.36.
[97] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.
[98] “Devrim bir kez başladıktan sonra, liberaller ve devrimin diğer düşmanları tarafından bile ‘tanınır’; ama çoğunlukla bunu, aldatmak ve ihanet etmek için yaparlar. Devrimciler ise devrimi, devrimden önce öngörürler, kaçınılmazlığını fark ederler ve kitlelere bunun gerekliliğini anlatırlar, yol ve yöntemlerini açıklarlar.” (V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970, s.73.)
[99] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.
[100] Friedrich Nietzsche, Tragedyanın Doğuşu, çev: Mustafa Tüzel, İş Bankası Yay., 2010.