12 Eylül 1980 askeri darbe sonrasında cunta tarafından kurulan hükümette ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı olarak yer almış olan Turgut Özal’ın daha sonra kuracağı parti olan ANAP ile iktidar olması sonrası birçok kişiye yeni bir liberalizm ve yeni sol adına siyaset sahnesine çıkmasına olanak tanıdı. 1980 askeri cunta sonrası ülkeye nüfus eden neoliberal politikalar, tabii ki siyaset sahnesini kökten değiştirmekle kalmıyor, modern, laik devlet ve Cumhuriyet eleştirisini 80 sonrası Türkiye’sinde alevleniyordu.
Aslında istenen, siyasetin piyasacılığı sorgulamayan sağ ve sol siyasetçiler tarafından sürdürülmesiydi. ANAP özelinde tasavvur edilen sol ise neoliberalizmle bütünleşmiş bir düşünceyi temsil eder. Bu cephenin iki önemli reform paketi vardır. İlki Türkiye’nin üniter yapısını tartışmaya açmak, ikincisi de Diyanet İşleri ve İmam Hatipleri kapatarak tüm tekke ve zaviyelerin yeniden yapılanmasına izin vermektir. Bu teklifler elbette klasik manada aydınlanmacı Cumhuriyet ilkeleriyle ve modern devlet anlayışıyla uyuşmamaktadır. Laiklik ve üniter devlet sorgulamasına elbette neoliberal olmayan sağ ve sol liberaller(bunlar o dönem DYP ve SHP olacaktır) karşı geleceklerdir. Liberal sola göre Türkiye’deki sorun Kemalizm’le yüz tutmuş askeri-bürokrat devlet modelidir. 90’lı yıllarda neoliberal sol düşünürleri haklı çıkaracak iki önemli olay olmuştur. İlki 90’lı yıllarda Kürt ayrılıkçılarıyla şiddetlenen çatışmalarda ulusal meselelere ulus-devlet yaklaşımının ulusal meseleleri çözümlemedeki yetersizliğini gözler önüne sermiştir. İkincisi de Sovyetler Birliği ile beraber Doğu Bloku ülkelerinin yıkılması liberal politikaları ön plana getirmiştir.
Tüm bunların üstüne AKP’nin 2002 yılında iktidara gelişi, ANAP’tan sonra Türkiye’de liberal düşüncenin ikinci defa yeniden siyaset sahnesine çıkmasına vesile olacaktır. Bu iki siyasal hareketin ortak özellikleri şunlardır: İlki, ikisi de neoliberalizmle tam olarak uzlaşı içindedir. İkincisi muhafazakâr, İslamcı bir çizgiyi savunduklarından (ANAP’ta bu daha örtük olarak yer almıştır) kitleye yönelik soyut evrensel ilkelerden çok, kişiye özel somut çıkar ilişkileri çerçevesinde şekillenecek olan cemaatçiliğe prim vereceklerdir. Ve sonuncusu, her ikisinin de 1923 Cumhuriyeti ve onun ilkeleriyle kavgalı olmalarıdır. Liberal sol ittifak yaptığı (ANAP, AKP) siyasal hareketler ile elbette aynı ideolojiyi paylaşmıyordu. Ama farklı ideolojilerden aynı sonucu çıkarıyorlardı. O da aydınlanmacı Cumhuriyet ilkelerini sorgulayan yeni bir siyasal yapının kurulması gerektiğiydi. Bunun için devletin geçmişte uyguladığı planlamacı ekonomi yerine, serbest piyasa ekonomisinden yana olanlarla dirsek temasının sürdürülmesi ve Kemalist bürokratik çevreler yerine muhafazakâr-İslami cemaat üyelerinin siyasetin yeni aktörleri olarak benimsenmesidir. Fakat Neoliberal solun ittifak yaptığı söz ettiğimiz siyasal güçlerin düşünce tarihindeki eski pozisyonları günümüzde hiç değişmemiştir. Neoliberalizmin toplum projesi piyasa dostu sosyal sınıfların uzlaşısı üzerine kuruludur. Bir zaman sonra doğal olarak STK’lar da sadece gelecek için fütüristik, girişimci projeler üretiyor olacaktır. Sistem karşıtı örgütlü kitle hareketlerinde ise(Sosyalist-Komünist partiler, devrimci işçi sendikalar vs..)bunu yapmak çok daha zordur. Ama onlar eski liberalizmin sivil toplum kuruluşudur ve şimdi artık yeni siyasetin içinde yerini ve meşruluğunu kaybetmiştir. Bu durumun oluşmasında Neoliberal solun da büyük gayretleri olmuştur.
Sonuç olarak elbette liberalizme doğrudan düşmanlık eden bir sosyalizm olmamalıdır.
Cumhuriyetçi olup bu bağlamda sosyalist düşüncelerin partiler ve sendikalar yoluyla yapılanmasına izin veren bir anlayış olması ise o zaman sosyalizm, “bırakınız yapsınlar” ideolojisine düşman olmamalıdır.
Fakat liberalizmden anladığımız eğer piyasa ekonomisini tek alternatif gören, buna karşı bir argüman getirecek olanların siyaset yapmasına müsaade etmeyen veya onu mümkün mertebe kısıtlayan, anti-sosyalist olup toplumsal dinamikleri harekete geçirebilecek sınıf mücadelelerine izin vermeyen bir ideoloji ise, elbette karşı olunmalıdır. Sol cenahta liberalizm düşmanlığı1789 devrimlerine dayalı liberalizmin ilkelerinden çok, sadece çıkar ilişkileri çerçevesinde piyasacılığa ve özelleştirmelere dayalı olan eşitlik, aydınlanmacılık gibi evrensel değerlere sırt çevirmiş neoloberalizme duyulan öfkeyi barındırmaktadır. Ve bu kesimler liberal solu, neoliberalizmin Türkiye içine girmesinden sorumlu tutmaktadır. Ayrıca liberal sol çevreler 1980 ve 90’lı yıllarda laik-seküler ve sosyalist sol kesimlere piyasa ekonomisiyle barışık olmayı öğütlerken, 2000’li yıllarda da muhafazakâr İslam’la barışılması gerektiğini istemişlerdir. Sonuç olarak, 80’li yıllarda yükselen neoliberal dalga, 2007-08 Dünya ekonomik kriziyle sona ermiş ve günümüzde işgücü piyasalarının daha da deregülasyonu pahasına, yüksek sosyal maliyetlerle artık sürdürülemez olmuştur. Buna bir de bugün yaşamakta olduğumuz pandemiyi de ekleyebiliriz. Türkiye’de özellikle 80 sonrası liberalizmi benimsemiş eski sol düşünürlerin önemli bir açmazı vardır. O da özdeşleştikleri ideolojinin liberalizm değil, neoliberalizm olmasıdır.
Hasan DENİZ yazdı..