Tül

Analiz

Written by:

Biliyorsunuz, Lionel Messi’nin mi yoksa vatandaşı Diego Armando Maradona’nın mı bu yaşlı kürenin gelmiş geçmiş en yetenekli ya da en başarılı futbolcusu olduğu tartışması, sayısız subjektif değerlendirmelere ve tabii kuşaklar arası çatışma risklerine son derece açık olan, belki de modası hiçbir zaman geçmeyecek popüler bir kapışma konusudur biz futbolseverler arasında.

Ki yaşı gereği 80’lerin ortalarından itibaren birçok muhteşem futbolcunun harika performanslarına tanıklık etmeyi başarmış şanslı bir jenerasyonun orta yaşlı bir üyesi olarak benim bu tarihi kıyaslamadaki subjektif değerlendirmem ya da tercihim; “Tanrı’nın eli ayağı” kontenjanından ilahi bir gücün önderliğinde sahalara özenle indirilen ve bu sebeple de bir anlamda haksız rekabete sebep olan Maradona’nın Messi dahil hiçbir futbolcuyla kıyaslanmayacak derecede Allah vergisi müthiş bir yeteneğe sahip olduğu yönündedir.

Ancak yazının girizgahında da belirttiğim üzere elbette ki bunlar benim subjektif değerlendirmelerimdir. Bu tercihimin içinde aklın, mantığın, bilginin yanı sıra şüphesiz ki geçmişe dair hissettiğim duygusal özlemlerim de vardır. Yeni jenerasyondan ya da benim jenerasyonumdan başka bir futbolsevere göre de dünyanın gelmiş geçmiş en kusursuz saf yeteneği Messi olabilir. Dolayısıyla bu sportif iddialaşmanın sonu yoktur ve genelde de hiçbir yere bağlanamaz bu tartışma.

Oysa dünya futbol tarihinin gelmiş geçmiş en büyük futbolcusunun kim olduğunun tespitini yaparken pek öyle subjektif değerlendirmelere, kuşaklara özgü tercihlere, alışkanlıklara, beğenilere ve tabii duygulara pek de ihtiyaç duyulmaz. Daha basitleştirerek anlatırsam meramımı; büyüklüğün sana göresi bana göresi olmaz! Zira burada tercihler değil, net veriler konuşur.

İşte o konuşan veriler, dünya futbol tarihinin gelmiş geçmiş en büyük futbolcusunun, en büyük “meydan okuyucusu”nun ve “en büyük ikonu”nun, konfor alanını terk etmeye bir türlü cesaret edemediği için uzun yıllar Barcelona sınırlarından dışarıya çıkamayan; çıktığında da kendisini Paris futbolundaki Katar sermayesinin o şatafatlı kollarına teslim eden; bu da yetmezmiş gibi aynı sermayenin ana vatanında, on binlerce insanın stadyumda, milyarlarcasının ekran başında takip ettiği o tarihi anda, ya önceden planlandığı üzere ya da spontane bir şekilde kendisine mide bulandırıcı bir oldu bitti ile uzatılan son derece sakil, transparan siyah bir tülü uzun yıllardır terlettiği milli formasının üzerine hiçbir tepki göstermeden usulca giyerek milyonlarca Arjantinli’nin 1986 yılından beri özlemle beklediği o büyük anı “siyah bir sabahlıkla” karşılamaktan zinhar utanmayan, bu ağır skandalın yıllara yayılacak yıkıcı etkisinin farkına bugün bile varamayan “salonların uysal çocuğu!” Messi’nin aksine;

Gençliğinin ve yeteneğinin zirvesinde olduğu yıllarda Avrupa’nın birçok üst düzey takımında rahatlıkla oynayabilecekken Napoli gibi hani bırakın Avrupa’yı, İtalya’nın bir bölümü tarafından bile sürekli olarak dışlanmış, hor görülmüş, aşağılanmış, şımarık kuzeylilerle yapılan her maç öncesinde ırkçı hakaretlere maruz kalmış; ligdeki zengin rakipleriyle kıyaslandığında bütçesi ve potansiyeli son derece sınırlı kalmış, sıradan bir İtalyan takımına transfer olmayı kabul ederek ve tabii transfer olmakla da kalmayıp hem liderliğini ve ilahlığını yaptığı Napoli’de hem de milli takımda inanılması güç başarılar kazanarak koca bir şehrin ve ülkenin kaderini adeta “tek başına” değiştiren “halkın hırçın adamı” Maradona olduğunu fısıldar bizlere.

Hülasa, bir futbolcunun büyüklük kategorisindeki liderliğinin ana belirleyicisi onun attığı ya da attırdığı goller, kazandığı kupalar, Ballon d’Or’lar, kırdığı rekorlar, oynadığı büyük turnuvalar ya da gösterişli takımlar değildir.

Messi ile kıyaslandığında sporculuğun yanından bile geçemeyecek kadar kötü bir sporcu olmasına rağmen, Maradona’yı hem Messi’den hem de diğer iyi futbolculardan çok daha özel ve eşsiz kılan temel etmen, onun zamanla ilahlığa varan liderliğidir, ikonlukla sonuçlanan eşsiz karizmasıdır, futbolun baronlarına kafa tutan inadıdır, dışlanmış, fakir bir Akdeniz şehriyle sınırlı kalmayarak tüm dünyanın taptığı bir oyunun kaderini tek başına değiştirmiş olmasındaki akıllara seza sihridir, önünde diz çökülesi isyanıdır ve tabii tıpkı Napoli gibi ülkenin güney’inde ve unutulmaya yüz tutmuş bir şehrinde yaşayan ve onun zamansız ölümüyle birlikte uzun bir süre göz yaşlarını dindiremeyen; şu satırları yazarken bile aynı göz yaşlarıyla yeniden baş etmeye çalışan orta yaşlı bir hayranıyla kurduğu kusursuz bağdır, başka hiçbir futbolcuya nasip olmayacak duygusal kucaklaşmasıdır.

Uğur Güney Subaşı. Aralık 2022, Adana

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir