Yeni değil, neredeyse cumhuriyet kurulduğundan itibaren adaletsizliğin, ayrımcılığın, vicdansızlığın, fakirliğin ve tüm bunlara vahşice lehimlenmiş iflah olmaz haksızlıkların içerisine, gölgesine, yamacına ve hatta bizatihi tam ortasına doğmuş memleket Kürtlerini, kötülüğün ölümden çok daha hızlı koşarak adeta ona tur bindirdiği şu “kurtluk” zamanlarda hapislerle, işkencelerle, küfürlerle, hakaretlerle, resmi iftiralarla yıldıramazsınız, korkutamazsınız, onlara asla diz çöktüremezsiniz.
Çöktüremezsiniz, çünkü Kürtler sizden adalet beklerken, çünkü Kürtler sizden empati yapmanızı beklerken ve her şeyden kıymetlisi de Kürtler sizden az biraz utanma, sıkılma hissetmenizi beklerken onlara yaşattıklarınızla, onlara layık gördüklerinizle, onların hak ettiklerini düşündüklerinizle istemeden de olsa siz bu yürekli insanlara tüm canlıları kendisinde birleştiren ve eşitleyen “ölüm korkusunu” aşmayı öğrettiniz.
Hani bilmiyorum ne kadar farkındasınız ama, aşağı yukarı her ölümlünün hayali olan böylesine sükseli bir gücü ve dokunulmazlığı onlara armağan ederek de öfkeli bir ırka, kararlı bir millete ve yaralı bir kavime o çok kıymetlisi canları ve özgürlükleri üzerinden çektiğiniz bütün o şımarık restlerinizin, hoyratça meydan okumalarınızın, pervasızca had bildirmelerinizin aslında hiçbir işe yaramamasını, kof bir milliyetçilikten öte hiçbir anlam ifade etmemesini sağladınız.
İşte giderek “çok zorlanıyor” olsalar da memleketin kadim Kürtlerinin ün yapmış babayiğit bir kabadayı gibi kendilerini ve sevdiklerini hedef alan her türden kuşatma ve yok etme harekatının üzerine böylesine destansı bir kararlılıkla yürümelerini sağlayan, doğal olarak bazılarını çileden çıkartan, “yerli ve milli” ölümsüzlük zırhı ile baştan aşağıya kuşanılmış olmalarıdır! Ki bazen söz konusu o ulvi zırhın içine yaklaşık 4 yıldır kendisinden haksızca, hukuksuzca ve utanmazca esirgenen babasının doğum günü tebriklerini telefonda almak zorunda kalan ve o duygusal anlarda da milyonlarca insanı göz yaşları içerisinde “kederine” ve “acısına” şahit yazan Delal Demirtaş kızımız girerken, bazen de baba oğul birçok ferdini AKP faşizmine ve gaddarlığına çaresizce kurban vermesine rağmen haklarını aramaktan hiçbir şekilde yılmayan, yıkılmayan çilekeş Şenyaşar Ailesi girmektedir.
Aslında son derece ilginçtir, kahir ekseriyeti Türkler tarafından başta siyaset olmak üzere hayatın her alanında hunharca kuşatılmak istenirken yanlışlıkla “ölümsüzlükle” kuşanılan Kürtlerin ölüm karşısındaki bu dokunulmaz hallerini onlara biz Türkler haber verirken, ne vakit Kürtler ve Demirtaş ailesi hakkında bir şeyler yazmaya kalksam, zihnimden emektar klavyeye düşen her bir kelimemin, her bir cümlemin göz yaşlarımla ıslanmasını sağlayarak sanıyorum artık yaşlandığımı bana haber veren daima Kürtler olmaktadır!
Yaşlanmak, doğal olarak ölüme yaklaşmaktır. Ölüme yaklaşmak da beraberinde korkuya biat etmeyi gerektirir, tüm benliğinizle ona esir düşmenize yol açar.. Ben uzun zamandır ne yaşlanmaktan ne de ölmekten korkuyorum artık. Gerek toplum gerekse de ırkçılığı zamanla amentüsü bellemiş devlet tarafından hayatı perişan edilen bir Kürt olmamama ya da doğmamama rağmen ölüm karşısındaki bu rahatlığımın sebeb-i hikmeti, ardından yas tutulmayı gerektirecek kıymette bir hayatı hem kendimden hem de az sayıdaki sevenlerimden insanı çileden çıkartan bir azimle yıllardır esirgemiş olmamdan kaynaklanmaktadır.
Yani hayata, değerlerine, özlemlerine, inançlarına azimle tutunarak ölüm karşısında “özerk” bir yapıya kavuşan memleket Kürtlerinin aksine benim ölümle, benim hayatla, benim kendimle kurduğum ilişki bütünüyle yaşanmaya değmeyecek prefabrik bir hayatın o hayattan kurtulmaya çalışan bir günahkara sağladığı cari kolaylıklardan ya da lükslerden ibarettir.
Kürtler sizden adalet beklerken, Kürtler sizden empati yapmanızı beklerken siz onlara “ölüm korkusunu” aşmayı öğrettiniz. İmza attığınız adi hukuksuzluklarla nefretlerini bileylediniz onların, giderek daha keskin hale gelen o nefretlerinin bir aile yadigarı gibi nesilden nesile aktarılmasına sebep oldunuz bıkmadan usanmadan, iki kadim halkın, iki kadim yol ve kader arkadaşının belki de hiç kapanmayacak şekilde aralarının açılmasına sebep oldunuz. Hiç ölmeyecekmiş gibi, hiç hesap vermeyecek gibi haylazca yaşayarak her türlü zulme imza atmayı kendinizde hak olarak gördünüz.
Oysa, her ne kadar beni es geçmiş olsa da, bu bereketli topraklar her ırktan, her milletten, her dinden ve her ideolojiden insanları sonsuza dek mutlu etmeyi yetebilirdi. Ama siz istemediniz. İstemediniz ve her an ölecekmiş gibi hayata sımsıkı tutunan kadim bir halkı ölümsüzlükle buluşturmayı başardınız! Evet, bu evreden sonra ne yaparsanız yapın Kürtleri yok edemezsiniz artık. Her toprağa düştüklerinde inatla yeniden boy verip filizleneceklerdir zira. Bir yaz güneşi kıvamında sonsuza dek bu toprakların üzerinden ayrılmayacaklardır. Bir babayla kız, bir evlatla ana baba, bir erkekle kadın şimdi olmasa bile, bugün olmasa bile bir gün ama bir gün yeniden kavuşacaklardır birbirlerine. Ve işte o tarihi gün geldiğinde, ve o işte o muhteşem kavuşmalara uzaktan da olsa tanık olduğumda, yanımda götüreceğim ender sahnelerden birisine şahitlik etmiş olmanın derin huzurunda veda edeceğim bu lanet çileye.
Uğur Güney Subaşı. 2020 biterken. Adana.