Bayram… Hiç düşündünüz mü, bayram ne demektir, niçin bayram yaparız? Yazılı kaynakların birinden aldığım bir tanımdan yola çıkarak bayram kavramını azıcık didikleyelim mi?
Bayram: “Anılmaya değer bir olguyu, olayı, bir kahramanı, bir takım insanları… Belli sürelerde anmaya yönelik olan ya da bir topluluk tarafından herhangi bir şey onuruna düzenlenen kamusal şenlik.” 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı, Kurban Bayramı, Şeker (Ramazan) Bayramı, Okuma Bayramı, Dil Bayramı vb.
Bu tanıma göre bayramlar, eğlenme, neşelenme günü ya da gecesi olarak benimsenen şenliktir. İnsanoğlunun, tekdüze olan yaşamına renk katmak için başvurduğu, psikolojik boyutları da olan, topluca yapılan bir eylemin adıdır da diyebiliriz bayram için.
Tanımından da anlaşılacağı üzere bayramların bir de “kutlama” boyutu vardır. Kutlama nedir, diye kaynaklara baktığımda ilk gördüğüm, “tövbe ederek dine bağlanma, günahlarından arınma, yetkinleşme” anlamı oldu. Araştırılırsa kutlamalar; neydik, ne olduk, ne olacağız sorularına yanıt aramak için gereklidir.
Tuzu kuru toplumların, eğlenmek, sıkıntılarını gidermek için başvurdukları, anamalcı düzenlerin tüketimim pompalamak için uydurduğu ticaret boyutlu kutlama günleri de var. Kutladığımız o günlerden birkaçını anımsayalım: Anneler günü, babalar günü, sevgililer günü, yaş günü, şükran günü, cadılar günü… Yılbaşı kutlamalarını unuttuğumu sanmayın… Kimi yönetimlerin toplumun kimi kesimlerine şirin gözükmek için uydurdukları, kendilerinin de inanmadıkları günler de var: “Öğretmenler Günü” gibi.
Kimi özel günlere de bayram dendiği olmaktadır. O özel günlerden biri de, büyük çoğunluğun adını bile işitmediği, her yıl 26 Eylül günü kutlanan, yazının başlığında okuduğunuz “Dil Bayramı”dır.
“Ne olmuş bu günde?” diyenlere yanıt olmak üzere belirtelim: 26 Eylül 1932 tarihinde (günümüzden 75 yıl önce) İstanbul’da Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal’in Başkanlığında “Birini Türk Dil Kurultayı” toplandı. Bu kurultayda yapılan çalışmalar, alınan kararlar, Gazi Mustafa Kemal’in; 2 Eylül 1930’daki “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Buyruğu doğrultusundaki girişimlerin ilki olması bakımından büyük önem taşımaktaydı. Bu günün neden “Dil Bayramı” olarak kutlandığını anladığınızı umarım. Rahmetli Ömer Asım Aksoy ustamızın: “Bu, kanı bozulmuş, soysuzlaşmış yazı dilimizi (Osmanlıca’yı) temiz özüne ve gerçek benliğine kavuşturma gereğinin toplum bilincine ışıklar saldığı bir uyanış günüdür” sözünü yinelemek isterim.
Dil Devrimi’nin, kimilerinin “Atatürk Devrimleri”, kimilerinin “Cumhuriyet Devrimleri” dediği; kimi çevrelerin “Cumhuriyet kazanımları” diyerek bir bakıma küçümsediği, siyasal ve toplumsal yaşamdaki köklü değişmeleri içeren Atatürk devrimlerinin bir parçası olduğunu anımsatmak istiyorum.
Değil mi ki Atatürk’ten, onun devrimlerinden söz ediyoruz. Tam sırasıdır, diyerek yazar Fatih Rıfkı Atay’ın (1894-1971) bu konudaki bir yargısını burada dile getirmek isterim: “Gençlere Atatürk’ü kurtarıcı olarak görmek yetmez; o, asıl devrimleriyle kurtarıcı olmuştur.”
Mustafa Kemal Atatürk, Dil Devrimine neden bu kadar önem veriyordu? Atatürk’e göre, “Türk demek, dil demektir.” Çünkü Atatürk de çok iyi biliyordu ki, bir ulusun düşünce alanında gelişmesi için öncelikle dilinin yetkin olması, varsıl olması, yabancı sözcük ve kavramlardan arınmış olması gerekmektedir.
Dili gelişmemiş bir toplumun, düşünce alanında yaratıcı olamayacağı bilimsel bir gerçektir. Çünkü bilinir ki dil düşünceye, düşünce ise topluma yön verir. Bir halkın, bir ulusun dilini elimden aldınız mı onun kederini, sevincini, kısacası kültürünü, tarihini de elinden almış olursunuz.
Bizlere göstermiş olduğunuz sonsuz sabır, inanç ve hoşgörü için teşekkür ederiz. Gösterdiğiniz o inanç, bugünkü başarılarımızda bizler için en büyük motivasyon kaynağı olmuştur. 24 Kasım Öğretmenler Gününüz kutlu olsun.