O yıllarda sadece lise son öğrencilerine verilen “nöbetçi öğrenci” unvanı ile en az Game of Thrones’un efsane “iri kadını” Brienne of Tarth kadar iri ve haşmetli olan müdür yardımcımız Seza Hanım’la birlikte okulun sabah teftişinin icra edilmesi için yine o yıllarda Adana’nın “parasız koleji” olarak adlandırılan güzide lisemizin ön kapısına doğru çıktığımızda, sadece güzellik ve aklı başındalık konusunda değil, aynı zamanda düzen ve tertip konusundaki rakipsizliği ile de okulun örnek öğrencileri arasında gösterilen kıvırcığın, üstelik o sabahki teftiş setinin “co-pilot”lunda benim de yer aldığım bir sabah çevirmesine o sabah taktığı okul kurdelasındaki küçük bir düzensizlik nedeniyle takılacağını ve haşmetiyle o esnada okulun önündeki trafiğin bile yavaş akmasına sebep olan “iri kadın” tarafından önce usulca sağa çekilip, sonra da tam benim önümde sertçe uyarılacağını aklımın ucundan bile geçirmemiştim.
Tıpkı, yıllar önce iri kadın tarafından maruz bırakıldığı o “sert balans” ayarı neticesinde doğal olarak fevkalade mahcup olan beyaz benizli kıvırcığın adeta domates kıvamında kırmızılaşan o al yanaklarıyla benim önümden hızlı adımlarıyla bir an önce uzaklaşmaya çalışmasına tanıklık ederken ona bir kez daha tepeden tırnağa aşık olacağımı; yazacağım siyasi bir yazının girizgahı olarak da yıllar sonra bu hüzünlü lise hatıramı bir çırpıda kalemle kağıda dökebileceğimi aklımın ucundan geçirmediğim gibi…
Deprem felaketi sebebiyle gerek evlerini gerekse de o evlerinin enkazları altında kalan eşyalarını kurtaramasalar bile, özellikle felaketin yaşandığı ilk günlerde kendi başlarına, kendi imkanlarıyla o yıkıntılar arasından sağ salim bir şekilde çıkmayı başararak, hani insanın hayallerini bile donduran o çetin soğukta donmamak için yerin altında başladıkları hayatta kalma mücadelelerine, bu kez de yerin üstünde devam etmek zorunda kalan depremzedelere Kızılay tarafından ivedilikle ve ücretsiz bir şekilde teslim edilmesi gereken yardım çadırlarının ve bir takım hayati malzemelerin, başkanı eliyle uzun yıllardır bir “aile arpalığına”, bir “badem bıyığı kardeşliğine” dönüştürülen Kızılay’ın yine aynı mümtaz başkanı tarafından “3 koy 1 al. Ama mümkünse hep al!” işgüzarlığında AHBAP üzerinden depremzedelere parayla satılmış, satılabilmiş olması, bu da yetmezmiş gibi kendisi tarafından bu skandalın yandaş kanallarda gayet densizce savunulmuş ve şu yazının yazıldığı zamana kadar da kendisinden herhangi bir istifa haberinin gelmemiş olması bize gayet açık bir şekilde göstermiştir ki; çocuksu bir mahcubiyet neticesiyle kızaran yanakların aşk duygusunun altını tüm gücüyle harladığı o güzel, o masum yıllardan; insani bir mahcubiyet neticesiyle kızarması gereken yanakların “utanmazlık ve pişkinlik” duygularının altını ölümüne harladığı “şeytani yıllara” tüm kurum ve kuruluşlarımızla geçiş sürecimiz tam manasıyla tamamlanmış ya da taçlanmıştır artık!
Dolayısıyla bu saatten sonra memleketin kapısına değil iri kadını, kimi denetçi ya da nöbetçi olarak dikersek dikelim, kuruluş amaçları memleket insanına afet dönemlerinde karşılıksız hizmet etmek olan bu asırlık kurumlarımıza arsızca çöken “günde beş vakit abdestli yalanlı”ların herhangi bir şekilde denetlenmeleri, olası bir suistimal durumunda utanmaları ve yaşadıkları bu büyük mahcubiyet sebebiyle de bu görevlerinden onurlarıyla istifa etmeleri asla söz konusu olmayacaktır. Olmadığı gibi de hiçbir utanma sıkılma hissetmeden zenginliklerine zenginlik katarak ailecek semirmeye devam edeceklerdir.
Uğur Güney Subaşı, Mart 2023, Adana