Kendisini tanıyan eski kuşak Zagreplilerin şahsına yönelik sözlü tacizlerine ve tuhaf bakışlarına aldırmaksızın Zagrep’in tarihi sokak lambalarıyla rekabet edebilecek uzunluktaki o devasa boyu ile yıllar sonra ziyaret ettiği şehrin sokaklarında salına salına yürüyerek bir zamanlar aynı milli forma altında birlikte ter döktüğü; ancak savaşların en dayanılmaz olanı olarak tanımlanabilecek korkunç bir iç savaş sebebiyle de aynı vatanın farklı saflarına birbirlerine düşman olarak düşmek zorunda kaldığı eski can ve takım arkadaşı Dražen Petrović’in anıt mezarını ESPN’nin Once Brothers belgeseli kapsamında ziyaret eden ünlü Sırp basketbol efsanesi Vlade Divac’ın, bu duygusal ziyaret esnasında kameralara yansıyan o yoğun acısını, aynı dili konuştuğu, aynı dine inandığı, aynı kültüre mensup olduğu ve tabii bir zamanlar aynı bayrak etrafında “kader ve keder” birliği yaptığı can arkadaşıyla bu şekilde, üstelik yıllar sonra, vedalaşmak zorunda olmasının ruhunda açtığı derin yaralarını, o yaralarına istiridye gibi inatla yapışıp kalmış haklı pişmanlıklarını, öfkelerini, sitemlerini ve bütün bu duygu fırtınasının sonucunda da doğal olarak tutmakta bir hayli zorlandığı o “uzun” göz yaşlarını ne vakit hatırlasam,
İnsan ruhu üzerinde telafisi ve tedavisi imkansız derin yıkımlara sebep olan “savaş” adı altındaki bu korkunç dünyevi boğazlaşmaların hiçbir zaman sonunun gelmeyeceğine; nedense sadece insanoğluna mahsus olan bu “boğazlaşmaya ve dalaşmaya bir türlü doyamama!” ruh halinin öncelikli kurbanlarının hiçbir suçu günahı olmayan çocuklar, kadınlar ve gençler olacağına dair “zamandan ve mekandan” bağımsız tıkır tıkır işleyen o evrensel kuralın ne yazık ki hala aktif, hala geçerli olduğuna her defasında daha güçlü bir şekilde ikna ediyorum kendimi.
Ki nitekim güzel Ukrayna’nın, Slav kardeşi Rusya tarafından kendisinden bir Belarus yaratma sevdasıyla göz göre göre işgal edilmeye çalışılması esnasında sosyal medyanın inanılmaz gücüyle ortaya çıkan o tahammül edilemez görüntü ve fotoğraflarlar bir kez daha ortaya koymuştur ki, “yazılımı” hemcinslerini tümüyle ortadan kaldırmak üzerine kurgulanmış olan insan denilen bu hazımsız, bencil canlının değişmesinin ya da iyiliğe doğru dönüşmesinin hiçbir şart ve koşulda imkanı, ihtimali kalmamıştır artık.
Kalmadığı gibi, hep daha fazlasını elde etmek uğruna vahşiliğin en yüksek dozlarında davranışlar sergileyerek insanı ve insanlığı yok etme hususundaki eski rekorlarını sürekli olarak egale etme peşine düşmüş, kötülükte artık çok daha “tehlikeli ve donanımlı” hale gelmiş bir canlı türüyle karşı karşıyayız belli ki..
Her ne kadar şimdilerde tepe tepe, pardon eze eze(!) kullanıyor olsalar da, Amerika ve NATO’nun Slav topraklarındaki yayılmacılığına tur bindirecek kadar seri olarak yayılabildiği anlaşılan bu neo-vahşiliğin “üst kullanım haklarının” sadece Putin Rusya’sına ve son yıllarda onun bölgedeki çakallığına soyunmuş bazı eski Sovyet cumhuriyetlerine ait olduğunu kimse iddia edemez.
Nitekim, Filistinlileri hunharca katletmek uğruna zamanında kendilerini katleden Nazilerden “soykırım” kopyaları çekmekten bile zinhar çekinmemiş siyonist İsrail’den başlayıp, Vietnam’ın o fakir halkının üzerine yıllarca “napalm” olup yağmış bir dönemin katil Birleşik Devletler’ini ve hemen hemen her kumpasın, her alavere dalaverinin içerisinde itinayla yer almış Büyük Britanya’yı ve onun eli kanlı türevlerini de ekleyerek bu kullanım haklarının vahşilikte bir bayrak yarışı misali ülkeler arasında elden ele tutuşturulduğunu tespit etmemiz hiç de zor değildir.
Ancak ne var ki, elden ele mide bulandırıcı bir azimle tutuşturulan o kanlı bayrağın malum koşuculara sağladığı öz güvenle zaman zaman bölgesel, zaman zaman da küresel olarak kifayetsizce tutuşturulan bu yorgun yerkürenin artık daha fazla kaybedeceği can ve dökeceği gözyaşı kalmamıştır. Ukrayna’daki karanlık metrolara sığınmak zorunda kalan dünyalar şekeri çocukların bakmaya yüreğimizin el vermediği o elim fotoğrafları, bu tükeniş halinin zihinlere kazındığı bir belge olarak orta yerde durmaktadır işte.
Dolayısıyla, bir zamanlar birbirleriyle kardeş gibi yakın olan Sırp Divac’la Hrvat Petrović’in soğuk bir mezar taşının tanıklığında birbirleriyle vedalaşmak zorunda kalmalarının aksine, Ukraynalı efsane futbolcu Andriy Shevchenko’yu ağırlamaktan onur duyacak bir Moskova’yla, ünlü Rus tenisçi Maria Sharapova’nın ansızın ziyaretiyle adeta bayram yerine dönecek olan Kiev’in hayalinden ne kadar fazla uzaklaşırsak, yaşlı dünyamızın her tarafından gelecek olan bu tükeniş fotoğraflarına yakınlaşma ihtimalimiz de aynı oranda artacaktır.
Zira bombalarla acımasızca yakıp yıkılan binalar aslına uygun olarak zamanla yeniden inşa edilseler bile, aralarına nifak tohumları ekilecek halkların eskisi gibi birbirlerine güvenmeleri ve saygı duymaları kuşkusuz ki hiçbir zaman söz konusu olmayacaktır.
Ki yukarıda bahsettiğim o kanlı bayrak yarışının hiçbir zaman bir kazananının çıkmaması da, devletler eliyle birbirlerine kıyasıya düşman edilmek istenen mazlum halkların ya da birbirlerine sarılmak için ölümü beklememeleri gerektiğini zamanında kavrayabilmiş iki eski arkadaşın bu vahşi oldu bittilere topyekun isyan etmelerine, karşı çıkmalarına bağlıdır. Halklar arasında yaşanacak olası bir barışın ve kardeşliğin umudunu yeşertecek, sonsuza dek diri tutacak olan da işte bu sivil insiyatiftir, karakterdir, milliyetçiliği elinin tersiyle itmiş cesarettir.
Uğur Güney Subaşı.
Hepimiz Ukrayna’yız.