Biliyor musun başkan, senin demir parmaklıkları aşıp göğe yükselerek “hakkaniyet” ve “adalet” peşinde koşan bizlere nefes olan, umut olan, yoldaş olan o sihirli kelimelerinle kolayca aşmayı başardığın demir parmaklıkları, nedendir bilinmez bana bahşedilen tanrısal bir mucize eşliğinde bazı gecelerde ben de tıpkı senin gibi kolayca aşmayı başarabiliyorum ve her ne kadar sen pek fark etmesen de, pek hissetmesen de tüm mistik görünmezliğimi kuşanarak seni hücrende gizli gizli ziyaret ediyorum. Ateşler içerisinde yanan hasta evladının başında kararlılıkla nöbet tutan vefakar bir anne gibi başında heyecanla bekliyorum sen uyurken ve üstüne bir yorgan gibi çektiğin o imrenilesi cesaretini izliyorum büyük bir hayranlıkla.
Ardından gıcır bir keyifle ayağa kalkarak seni “direniş hücrende” bir şekilde kontrol edip ehlileştirmek sevdasıyla senin başına bir gestapo misali özenle dikilmiş olan o soğuk mapushane duvarlarının senin kötülere karşı ortaya koymuş olduğun bu tarihi “meydan okuyuşun” ve onları deli eden yıkılmaz inadın karşındaki iflah olmaz çaresizliğine dokunuyorum, iyilerin kötüler karşısındaki direniş azimlerini bileyleyerek onların süngülerinin düşmemesi adına yıllardır vermiş olduğun bu haysiyet savaşında yazdığın her bir cümleye gönül dolusu “sözcük” olmak için, yaktığın her bir hasret türküsünün konusu olan o dinmeyen özlemlerinin bilerek, isteyerek, taammüden “nota”ları olmak için, işlediğini iddia ettikleri o deli saçması her bir milli “suça” gönül dolusu “suçlu” yazılmak için.
Biliyor musun başkan, bizlere nefes olan, can olan o sihirli kelimelerinle kolayca aşmayı başardığın demir parmaklıkları, her ne kadar o sihirli kelimelerinin ve tabii yeteneklerinin hiçbirisine sahip olamasam da, nedendir bilinmez bana bahşedilen tanrısal bir mucize eşliğinde bazı gecelerde ben de tıpkı senin gibi kolayca aşmayı başarabiliyorum ve sen hücrende tüm huzursuzluğunla uyurken kulağına eğilerek, senin sadece bu toprakların siyahileri kontenjanından her türden resmi adaletsizliklerle yıllardır adeta sırdaş haline dönüştürülen kadim Kürtlerin değil, ırkından, dilinden, dininden ve ideolojisinden bağımsız olarak tüm ulusun, tüm ezilenlerin, tüm dışlananların, tüm tutunamayanların Mandela’sı olma yolunda hızla ilerlediğini; esaret altındaki o kararlı duruşunla birlikte, tıpkı senin gibi siyasi rehine olarak memleket hapishanelerinde üstelik “çoluk çocuk” yıllardır demir parmaklıklar altında yaşamaya hukuksuzca, insafsızca zorlanan ve mümkünse de ölmeleri için her türlü rezaletin ve gaddarlığın notasına ustalıkla basılan yüz binlerce çaresiz mazlumun zamanla “direniş simgeleri” haline dönüştüğünü; umuda ölümüne susamış böylesine yorgun ve fakir bir halkın “son bir nefes” yaşama tırnaklarını geçirmeleri açısından gerek senin gerekse de senin gibi rehin alınan diğer yol arkadaşlarının bu tarihi direnişlerinin son derece kıymetli olduğunu fısıldıyorum gecenin kör karanlığında..
Ardından seni ömrünün sonuna kadar gün ışığına hasret bırakmak sevdasıyla mide bulandırıcı bir tutkuyla ovuşturulan o kirli ellerin üzerine yağdırdığı azaba karşı şanlı bir direniş ortaya koyan savaşçı ruhuna bir kez daha şapka çıkartarak zamanının önemli bir kısmının geçtiğini tahmin ettiğim o sevimsiz mapushane avlusuna doğru usul usul yol alıyorum ve orada volta attığın adımlarının izlerini takip ederken, farkında olmadan volta attığın adımlarının bizatihi kendisine dönüşüyorum Edirne’nin sessiz bir gecesinde.
Haysiyetini ve namusunu “özgürlüğünle” ulu orta sınayarak akıllarınca hem seni hem de dünyalar asili o muhteşem aileni cezalandırmaya çalışan bu vicdansız ve hukuksuz ırkçı zalimlerin başlattığı sürek avını zihnimden eksik etmeyerek kafese kapatılmış iri bir kaplan yavrusu gibi o sevimsiz, soğuk avluda bir o yana yürüyorum, bir bu yana.. İmamesi kopmuş tespih taneleri gibi avlunun her bir yanına dağılıyor Çukurova’nın bereketli ovalarından yanımda getirdiğim bütün o kinim ve nefretim.
Uğur Güney Subaşı. Şubat, 2022, Adana