Farkında mısınız, Türkiye’de uygulanan maden politikasına karşı, sayısı giderek artan sayıda yurttaşımız açıkça “talan bu” diyorlar.. Hatta “sömürge toprağı mıyız, kim bunlar, niye bu yaptıklarına izin veriliyor?” diyorlar.. Öte yandan, bu maden politikasını destekleyenler de var haliyle. Böyle bölünmüş, ayrışmış bir toplum olunca, farklı görüş olmazsa şaşmak lazım zaten. Peki, onların söyledikleri ne? Onlar gerekçe söylemiyor, sadece karşı olanlara “kalkınmayı istemiyor musunuz, ajan mısınız, kim var arkanızda?” demekle yetiniyor. Suçluyor, başka yönde bir açıklamaları yok. Sadece “karşı mısın, öyleyse yanlışsın” yaklaşımı sergiliyorlar. Neden desteklediklerinin yanıtı “bana iş verdi, aş verdi” bile olamıyor bu cenahtakilerin.. Fakat aslında savunanlar için çoğu kez işin esası da sadece bu..
Elimizi vicdanımıza koyalım. Madenler konusuna sadece “hangi bedeli ödeyip, ne kazanacağız?” diyerek bakmak gerçekçidir. Şu kişinin, bu şirketin değil, kamunun kazancı önemli olmalı. Doğa tahrip olacaksa, falancanın ne kazanacağının o kadar önemli olmaması gerek. Çünkü sonuçta hep birlikte kaybetmiş olacağız. Yani, bu işin muhasebesini çok iyi yapmamız gerekiyor. Fakat, olana bakıp da olacağı söyleyene kuşkuyla yaklaşan bir toplumuz ne yazık ki. “Gözden akıllı” bizim insanlarımızın çoğu. Yaşayacak, görecek ve öyle anlayacak. O ne diyor, öbürü neden karşı çıkıyor demiyor, akıl yürütmüyor. Yaşayıp öğrenmekten yana.. Fakat yaşayınca da, iş işten geçiyor çoğu kez ne yazık ki.. O nedenle, olana bitene bakmalarını, başkalarının tecrübesinden yararlanmalarını önermek gerekiyor insanlarımıza.. “Peki, olan biten ne?” derseniz, gelin etraflıca bir bakalım.
Madenci gelir. Zaten, çoktan uzaydan tespit edilmiştir madenin varlığı. Elinde arama izni de vardır bakanlıktan. Sondajlarını yapar. Maden varlığı konusunda fikir edinir, fizibilitesini yapar. Sonuç olumluysa, para kazanacaksa, dosyasını hazırlar ve bakanlıkta Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecini başlatır. ÇED dosyası genellikle profesyonel şirketlerin kopyala-yapıştır sistemiyle hazırladıkları ve aslında bilimsel hiçbir gerçek değeri olmayan, sadece şekil şartlarını yerine getiren dosyalardır. Ekindeki raporları imzalayanlar ise, güya bilim insanı görünümlü ama sadece para kazanama derdinde olan kişilerdir. Bu süreç yürürken, aynı zaman diliminde maden arazisinin mülkiyeti için girişimlere başlar madenci. Kamu arazileri için kiralama veya satın alma yapar. Şahıs arazilerini ise aracılar ve muhtarlar eliyle, fazlaca spekülasyon yaratmadan yavaş yavaş toplar. Öyle bir an gelir ki, bir bakarsınız alana büyük ölçüde sahip oluvermiştir madenci.. Birkaç çatlak ses çıkarsa arazisini satmak istemeyen, onlar da ikna edilir. Sonra “halkla ilişkiler” kısmı başlar. Civardaki köylere haber salınır, gençlere “işe alma” sözü verilir; yol, köy konağı, sosyal tesis, okul, cami, cemevi, çeşme vs. yapılır ya da tamir ettirilir. Madencinin etrafına, bolca para harcamak suretiyle, çok önemli ve koruyucu bir duvar yaratılır o bölgede.. Bu masrafları “sosyal gider” yazar madenci, kimse yanlış anlamasın, vergiden de düşer bir güzel. “Sevabına” değildir yani yaptıkları, çift taraflı kazanır aslında. Bunlar olurken, ÇED süreci devam eder, itirazlar olursa dosya revize edilir, “yapacağız”, “dikkat edeceğiz” denir, “alınacak önlemler” sıralanır, bol miktarda sözler verilir ve bakanlık da İDK toplantısı sonrasında genellikle “ÇED olumlu” der. Ülkemizde olumlu oranı % 90’dır. Belki mahkemeye giden olur, çok aşikar bir hata varsa dosyada. Fakat mahkeme faslı da aşılır bir şekilde, yeni “bilimsel raporlarla”, yeni “imzalarla”, hatta yeni baştan dosya bile açılır bakanlıkta. Bazen de, itiraz eden bile çıkmaz. Madenci ÇED’i alır, sahanın hakimidir artık ve altını üstüne getirir. Ormanı keser, verimli toprağı sıyırır ve madenine ulaşır. Çalıştırır sahayı, kazanır. Su kaynaklarını da kullanır, atıksuyunu da dereye boşaltır vs. Sonra bir gün gelir ve maden biter.
Madenci gider. Maden bitince, orada kalmasını gerektiren bir neden de kalmamıştır zaten. Yer teslimi yapılır kiralanan hazine arazilerinde. Maden sahası için rehabilitasyon planı hazırlanır. İşçilere yol verilir. Makineler sökülür, binalar boşaltılır. İş gelir yapılacak o “rehabilitasyona” dayanır. Orman İşletmesi, teslim aldığı alana dikim yapar, yeniden ağaç popülasyonu yaratmaya çabalar, parasını madenciden alır. Çevre Bakanlığı izlemeye alır o alanı 3-5 sene.. ÇED raporunda yazılanların neden aynen yerine getirilmediğini anında sorgulamaz bile. Madenci, sıkıştığı bir durum olursa, rehabilitasyon planını yeniler. Özetle, maden sahasının tekrar doğaya kazandırılması, insan eliyle ve kısa sürede sağlanmak yerine, zamana ve doğanın kendini yenileme gücüne bırakılır. Pek masraf yapmak istenmez madenci artık. Öyle ya, kazanılan kazanılmıştır o alandan, hala masraf yapmanın da gereği yoktur ama değil mi? Kamu görevlisi de, pek gidip gelmek istemez oraya. Öyle ya işi bitmiştir.
Bütün bu anlattıklarıma inanmayan var mı? “Hikaye bunlar” diyecek olana, hemen bir örneğini gösterebilirim.. İspatı bize çok yakın, Edremit’le Havran arasında Tepeoba’da.. Orada, Özdoğu Madencilik A.Ş.’nin molibden madeni 2018 sonunda terk edildi. Görüp, inceleyebilir, madenciler gittikten sonra geriye ne bıraktıkları hakkında tanıklık edebilirsiniz. Başka madencilerin de, çalışıp gittikten sonra geriye ne bırakacaklarını bu örneğe bakıp anlayabilirsiniz. Tamamen fikir sahibi olur, kaymağını alanın posasını nasıl bıraktığını orada izleyebilirsiniz. Doğanın ırzına geçmek ile bu işi bir canlı üzerinde gerçekleştirmek arasında fark var mı? Yasalar birine “suç”, diğerine “değil” diyebilir mi sizce?
Kubilay S. Öztürk
Edremit Çevre Platformu ( EDÇEP)