Kentleşme Nedir?
Uygarlık ve insanlık tarihi, bir anlamda kentlerin tarihi olarak da görülebilir, insanoğlu göçebe yaşam biçiminden, yerleşik yaşam kültürüne binlerce yıl süren bir süreçte
kavuşmuştur. İlk yerleşim yerleri, insanlık ve uygarlık tarihinin de ilk ve kalıcı izlerini ortaya koymuştur. Mezopotamya, Antik Yunan ve Anadolu kentleri, uygarlık tarihinin de başlangıcı olarak görülmektedir. Kentsel yerleşimin, o günün egemen düşünce anlayışı ile şekillendiği, ticaretin başat olduğu erken dönem Yunan Antik kentleri, bir noktada demokrasi anlayışının da biçimlendiği mekânlar olmuştur. Buna göre kent genel olarak “nüfusu belirli bir büyüklüğe ulaşmış ve ekonomisi daha çok tarım dışı etkinliklerde yoğunlaşan ve kendi nüfusundan başka etki alanı içinde yaşayanlara da hizmet sağlayan yerleşim birimidir Kentleşme, kent sayısının ve kent nüfusunun artması olarak tanımlanabilir. Kentlerdeki nüfus, doğumlarla ölümler arasında oluşan farkın doğumlar lehine olmasından ve ayrıca kırsaldan gelenlerle, yani göçlerle artar. Kentleşmenin bu anlamdaki tanımı, demografik yani nüfus artışı ile ilgilidir; fakat kentleşme yalnız bir nüfus hareketi olarak görülürse eksik tanımlanmış olur. Kentleşme, salt sayısal anlamda bir artışın göstergesi olmayıp, içinde sosyolojik, ekonomik unsurları da barındıran karmaşık bir süreçtir.
Türkiye’de Kentleşme
Kentleşmenin doğru planlandığı ülkelerde, düzenli bir sanayileşme sürecinin sonucu olarak kentleşme ihtiyacı duyulmakta ve kentleşme ile bu ülkeler her geçen gün birçok açıdan kalkınabilmektedirler. Ülkemizde ise, ‘kentsel büyüme’ ‘ekonomik büyüme’den fazla olduğu için kentleşme sadece belirli bölgelerde yoğunlaşmakta ve kalabalıklaşma olarak ortaya çıkmaktadır. Atatürk döneminde devletin kurduğu sanayi tesislerinin yurdun çeşitli yerlerine yayılmış olması, göçün yönü bakımından belirleyici olmuştur. 1950’lerden sonra izlenen politikalarda sanayi yatırımlarının büyük kentlere ve büyük kentlerin çevresinde yapılması, ülkede gerçekleşen göçün yönünü etkileyen en önemli faktör olmuştur. Türkiye’de kentleşme hareketlerinde sanayileşme sonucu ortaya çıkan ihtiyacı karşılamaktan çok; kentleri sosyal, kültürel ve ekonomik alanda kullanma düşüncesi olduğu için, giderek çarpık yapılanma ve yığılma olmaya başlamıştır. Türkiye’de kentleşme hareketleri 3 dönemde incelenebilir.
1950-1980 arası
1950 öncesine bakıldığında Türkiye’de kentleşme hareketinin yoğun olmadığı görülmektedir. 1950 öncesi kentleşmenin en yoğun yaşandığı il Ankara’dır. Bunun sebebi
1923 yılında, Cumhuriyet’in ilanıyla beraber, Ankara’nın başkent ilan edilmesi ve buna bağlı yaşanılan nüfus artışıdır. Ankara dışında diğer illerde 1950 öncesi kayda değer bir nüfus artışı görülmemektedir. 1950-1980 dönemindeki kentleşme hareketlerini bir önceki dönemden ayıran en önemli fark, kentlerin doğal nüfus artışından çok kırsal alandan kentlere yönelik göçlerle büyümeleri olmuştur. Bu dönemin başlarında ülke nüfusunun %75’i kırsalda yaşarken, tarımda yaşanan gelişmeler, bu büyük kitlenin yer değişiminde önemli olmuştur. Tarımda bir yandan hızlı bir modernizasyon gerçekleştirilirken, bir yandan da demiryolu ağırlıklı bir ulaşımdan karayolu ağırlıklı bir ulaşım sisteminin geliştirilmesi için önemli adımlar atılmıştır
1980-2000 arası
1970-1980 yılları arasında, ülkemizdeki sosyo-politik ve ekonomik durumlardan dolayı kentleşme hızı yavaşlamış olsa da, 80 sonrası dönemde yeniden ivme kazandığı
görülmektedir. 1980’de 19.645.007 olan kentsel nüfusumuz, binde 54,5 gibi yüksek bir artış kaydetmiş ve 1990’da 33 milyonu aşmıştır. Akdeniz Bölgesi kıyılarımızda turizmin yarattığı kentleşme biçiminin oldukça dikkat çekici olduğunu belirtmekte yarar vardır. Çünkü Türkiye’de 1985 sonrasında nüfusu en hızlı artan kentler arasında Şırnak ve Yüksekova’nın ardından Marmaris, Alanya ve Manavgat gelmektedir. Ancak Şırnak ve Yüksekova merkezlerindeki nüfus artışında, güvenlik kuvvetlerindeki sayısal artışın da etkili olduğu hatırlatılırsa, turizmin bir kentleşme modeli olarak ne kadar önem kazandığı çok daha güçlü bir biçimde ortaya çıkmaktadır.
2000 sonrası
Bugünün dünyasında neoliberalizm, iktisadi, siyasal, toplumsal ve mekansal süreçleri açıklarken odağa yerleşen en temel kavramlardan birisidir. Neoliberal politikanın
stratejileri, müdahaleleri ve uygulamalarının üzerinde cereyan ettiği alan kent olurken, neoliberalizm kenti kendi kurallarına göre yeniden yapılandırmaktadır. Böylelikle kent, neoliberal yeniden yapılandırma süreçlerinin en temel unsurlarından birisi haline gelmektedir. Bu çerçevede, öncelikli olarak vurgulanması gereken temel nokta,
neoliberalizmin yalnız ekonomik bir boyutu olmayıp, en sıkı ilişkide olduğu alanlardan birisinin kent ve kentleşme süreçleri olduğu gerçeğidir. 2000 yılından sonra Türkiye’deki konut gelişimi 80’lerde başlayan kapitalist-neoliberal yaklaşımlar ve küresel ekonomi etkisiyle şekillenmiştir. 80’lerde konutun geniş kitlelere seslenebilme ve kolay likiditeye dönüşebilme kapasitesini keşfeden küresel sermaye, 80’lerden sonra 2000’lerde de konuta yatırım yapmaya devam etmiştir. Türkiye’nin içsel dinamiklerindeki değişimler de bu büyük ölçekli üretimi destekler şekilde ilerlemiştir. Özellikle 1999 Gölcük depremi sonrası mevcut konut stoğunun durumu sorgulanmaya başlamış, bu stoğun yenilenmesi fikri ortaya çıkmıştır (Genç, 2008). 80’lerde merkezde yer alan eski yerleşimlerin ve gecekondu bölgelerinin geçirmeye başladığı proje odaklı yenileme süreci, deprem sonrası kentsel bir ölçeğe taşınmış, böylece merkezde yer alan konut yerleşimleri kentsel yenileme ve kentsel dönüşüm kavramları üzerinden tekrar üretilmeye başlamıştır.
Kentleşme Sorunları
Küresel olarak kentsel alanda yaşayan insanların nüfusu kırsal alanda yaşayanlardan daha fazladır. 2014 verilerine göre Dünya nüfusunun %54’ü kentsel alanda yaşamaktadır. Bu oran 1950 yılında %30 iken 2050 yılı itibari ile kentsel alanda yaşayan nüfusun toplam nüfusa oranının %66 olacağı tahmin edilmektedir. Toplam kıta nüfusunun Kuzey Amerika’da %82’si, Latin Amerika ve Karayipler’in %80’i Afrika’da %40’ı, Asya’da %48’i, Avrupa’nın %73’ü kentsel alanlarda yaşamaktadır. Ülkemizdeki kentleşme, sanayileşmenin sonucu olan düzenli bir kentleşme olmadığından 1950’lerden itibaren konut ciddi bir sorun olmuştur. Bu sorun kentlere akan yığınlar tarafından hukuk dışı şekilde çözülmeye çalışılmıştır. Bu yıllardan itibaren kentlerin etrafı gecekondularla kuşatılmaktadır. Türkiye’nin şu an büyük kentlerinin sadece etrafında değil, merkezinde dahi gecekondu semtleri vardır. Ancak, bu semtlerin tümünü sefalet mahalleleri şeklinde algılamak yanlıştır. Bu bölgelerin önemli bir kısmı zaman içerisinde kentle bütünleşmiş durumdadır.
Çevre ve Orman Bakanlığı (2004) kentsel sorunları şöyle sınıflandırmaktadır:
• İnsan yoğunluğu,
• Kirlilik,
• Çarpık kentleşme,
• Farklı ekonomik düzeye sahip insanlar arasındaki yabancılaşma,
• Atıkların doğaya verdiği zarar,
• Enerji tüketiminin fazlalığı,
• Geri dönüştürülemeyen enerji,
• Yukarıdaki sebeplerle insan sağlığındaki bozulmalar,
• Bilinçsiz arazi kullanımı ve toprak kaybı,
• Yeşil alan azlığı,
• Oluşan mikro klima,
• Isı adaları,
• Sağlıksız sanayileşme,
• Azalan ve tükenen kaynaklar.
Bu sorunlardan günümüzde en çok öne çıkanlar ise; nüfus ve kentleşmenin artışı ile enerji
tüketimi, iklim değişikliği sebebiyle yeni oluşan mikro klimalar ve buna bağlı ısı adalarının
yaşam konforunu etkilemesi ve tükenen yenilenemez kaynaklardır.
Kaynakça
Cansever, T. (2012). İslam’da Şehir ve Mimari. İstanbul: Timaş
Demir, Ö. & Acar, M. (1993). Sosyal Bilimler Sözlüğü, 2. Baskı, İstanbul: Ağaç Yayıncılık
Kartal, S. K. (1987). Kentleşme ve İnsan, TODAİE Yayınları, Ankara