Hatırlıyorum da, gençlik yıllarında içerisine doğduğu Müslümanlığın emrettiği muhafazakar hayatın çok uzağında, hareketli bir yaşamı tercih etmiş; fakat yaşlandıkça “osurup obalara, tınsırıp tövbelere” gelmelere doyamamış ve yaşadığı bu hazımsızlık belki de mahcubiyet sebebiyle de, en azından aile içerisinde, kendi kendisini İslam dinini yaymakla görevli mütedeyyin bir “misyoner” olarak tayin ettirmiş kerameti kendisinden menkul mezhepçi bir yakınımızın; “İslam’ın şartı kaç çocuk?” isimli hani laikliğin çanına ot tıkayan o saygısız sorusuyla muhatap olduğumda en fazla 13 ya da 14 yaşlarındaydım.
Ancak buna rağmen, iyi bir insan olmanın amentüsünün iyi bir “mümin olmaktan” geçmediğini neyse ki çok genç yaşlarımdan itibaren keşfettiğim ve üzerimde yoğunlaşan ağır mahalle baskılarına ne olursa olsun hiçbir şart ve koşulda pabuç bırakmadığım için, bende her zaman potansiyel bir ateizm tehlikesi gören ve “ağaç yaşken biçilir!” anlayışından hareketle de vatanın ve milletin birliğine kendi çapında bir katkı sunma adına bu “korkunç tehlikenin” önlemlerini şimdiden alma telaşına düşen yakınımıza verdiğim; “Bilmiyorum, ayrıca da bilmek istemiyorum!” cevabıyla o sırada içerisinde bizi meraklı kulaklarla dinleyen birçok yakın akrabamızın bulunduğu küçük oturma odamızın tümüyle buza kesmesine kolaylıkla vesile olmuş; hatta bununla da yetinmeyerek insanları çilden çıkartan o “çok bilmiş”, “küstah” halimden garip bir şekilde haz bile duymuştum!
Çünkü cevabını bilsem bile, ki inanın bilmiyordum, inanç dünyasına ait olması gereken böylesine özel bir alanın pervasızca sorgulanmasının hem laikliğe hem de insan hak ve hürriyetlerine tümüyle aykırı olduğunu çok iyi biliyordum. Dolayısıyla ne olursa olsun bildiğinden şaşmamak üzerine yetiştirildiğim için hem kendi yaşıma hem de karşımdakinin yaşına pek de aldırmadan bu konudaki tavrımı net bir şekilde ortaya koymuştum.
İşte o dünden beri ailedeki hiç kimse bana rahmani dünyaya ait bu türden rahatsız edici sualler sormaya cesaret edemedi. Herkesin kendi yaşamından, kendi ahlakından ve şartlarından sorumlu olduğunu ve bunun için de kendileri dahil hiç kimseye hesap verilmeyeceğini, verilmemesi gerektiğini sonunda anlayarak bana ağır cevap hakkı doğurabilecek bu türden dini konularda benden hep uzak durmayı tercih ettiler.
Ancak gördüğüm kadarıyla, bu toprakların sözüm ona bazı Müslümanları, dindarları, ya da muhafazakarları, mevcut “yağma, hırsızlık ve rüşvet” düzeninin bir sonucu olarak devlet katından toplumun tüm katmanlarının üzerine ağır bir sigara dumanı gibi arsızca sinen her türden ahlaki çürümenin asli unsurları olmaktan bir türlü uzak duramamaktalar. Daha fenası da, bu “suç ve günah” ortaklığından hiçbir şekilde utanmamaktalar!
Söz konusu alkol, faiz, zina, domuz eti tüketimi ya da yılbaşı kutlamaları olduğunda ortalığı manasız yere yangın yerine çevirerek utanmadan herkese ahlak, din iman dersi vermeye kalkışan bu “yerli ve milli” muhafazakarlarımız, nedense hırsızlık, yağma, rüşvet, kadın ve emekçi cinayetleri, ırkçılık, mezhepçilik ya da pedofili gibi bu memleketi yıllardır derinden yaralayan hayati konular söz konusu olduğunda aralarında sessizlik yemini etmiş ağzı sıkı İtalyan mafya üyeleri gibi o lanet sessizlik yeminlerine ölümüne sadık kalmaktalar.
Bu korkunç suçlar ve günahlar karşısında bir nebze de olsa utanma sıkılma belirtisi göstermeden o lanet kafalarını başka taraflara çevirerek sırf iktidarda kalmak ve kendilerinden farklı olan ve yaşayanlara gönüllerince hükmetmek (zulmetmek) adına bu korkunç ahlaksızlık ve hukuksuzluk deryasının önemli birer “adası” haline gelmeyi kabul etmekteler.
Oysa kendilerine hedef olarak bu dünyayı seçmiş olmalarının doğal sonucu olarak İslam dininin mevcut şartlarının yerine yeni şartlar ekleyerek kendi siyasi ya da ekonomik çıkarlarını maksimize etme telaşına düşen, bu sebeple de yaptıkları bütün o gösterişli siyasi ibadetlerinin sağlıklı yaşam için yapılan birer “kültür fizik hareketleri”nden öte hiçbir anlamı olmayan, imanla yanıp tutuştuğunu utanmadan övünerek iddia ettikleri o ulvi(!) alınlarının da sadece secdeye değil, yüreği tepeden tırnağa acılarla bezenmiş bu öfkeli halkın bütün o haklı beddualarına ve dinmeyen göz yaşlarına temas eden malum “müminlerle” birlikte onların yıllardır suç ortaklığına soyunmuş olan cari dinbazların aksine, neyse ki bu kadim topraklarda İslam’ın mevcut 5 şartını, ki bu arada bu yazı vesilesiyle de olsa o şartların ne olduğunu sonunda öğrenmiş oldum!, hayallerindeki uhrevi dünyaya kavuşmak için eksiksiz bir biçimde yerine getiren ve hatta hayatlarını bu nihai hedefe göre dizayn etmekten asla çekinmeyen samimi, dürüst ve saygın Müslümanlar da yaşamaktadır.
Ancak o mutlu mesut dünlerimizde sanki daha sık rastladığımız bu iyi Müslümanların, bu hakiki dindarların insanı çileden çıkartan sessizlikleri, kabullenmişlikleri, yerine ve zamanına bakmaksızın doğruları haykırmayı kendisine şiar edinmiş yeni yetme bir çocukta bile kolaylıkla rastlanabilecek o yakıcı cesaretten yoksun olmaları, İslam’a yeni şartlar ekleme küstahlığını gösterenlerin çok daha cesaretli ve nobran olmalarını mümkün kılmaktadır.
Kültürel kodlarında ne yazık ki “koşulsuz itaat” olan bu dindar insanlar hızla toparlanmadıkça, bu kodlarını ellerinin tersiyle itmeye yüreklenmedikçe ve tabii kutsal kitaplarına sahip çıkacak bilince ve kararlılığa yelken açmadıkça bu sahtekar hokkabazlar eliyle İslam dinine “yeni şartlar” eklenmesine ve o şartları yerine getiren yeni tip “cingöz” Müslümanların yere düşen bir yağ tenekesinden sızan yağ gibi toplumun tüm kılcal damarlarına sinsice sızmalarına engel olunamayacağı mıh gibi ortadadır.
Dolayısıyla şahsi kanaatim odur ki, İslam’ı ve Müslümanları bekleyen en büyük tehlike, daha hayatın başlama noktasında olmasına rağmen dinsizliğini hayatının pedali haline getiren ve bu radikal tercihini de gönül rahatlığıyla haykırmaktan hiçbir şart ve koşulda çekinmeyen gencecik bir delikanlının, içerisine doğduğu İslamın şartlarını bilmemesi ya da bilmek istememesi değildir.
Değiştirilmesi imkansız olan o kutsal şartların dindar olduklarını iddia eden bazı Müslümanlar tarafından göz göre değiştirilmeye, anlamsızlaştırılmaya ve tabii bütün bu rezil çabaların sonucu olarak da içinin tamamıyla boşaltılmasına çalışılmasıdır. Galiba günümüz gençlerini inanç dünyasından uzaklaştıran yegane faktör de bu kirli değişim çabasıdır.
Uğur Güney Subaşı. Ocak 2023, Adana