İKİ FOTOĞRAF

AnalizPolitika

Written by:

Hatırlıyorum da gazetelerin parti bültenine dönüşmediği ve toplumun genişçe bir kesimi tarafından ziyadesiyle ciddiye alındığı o mutlu dünlerimizde sabahın erken saatlerinde evimizde büyük bir keyifle ağırladığımız birçok gazetenin ikinci ya da üçüncü sayfasında son derece manasız ama galiba uzun bir geçmişi ve geleneği de olan sıkıcı bir zihinsel aktivite yayınlanırdı. Birbirlerine tıpatıp benzeyen iki resim ya da fotoğraf yan yana yayınlanır ve okuyucudan bu iki fotoğraf ya da resim arasındaki farkları bulması istenirdi.

Daha hayatının baharında olan pırıl pırıl bir genç kızı iğrençliğinin, vahşiliğinin, şerefsizliğinin mangenesine acımasızca sıkıştırarak ona sadece gökyüzünü ya da aldığı nefesi değil; fakir ve kimsesiz hayatını da tümüyle zindan eyleyen adi bir döl israfının, işin içine sosyal medya girene dek ona özgürlüğünü bağışladığı anlaşılan o bol siyasi mesajlı ay yıldız fonlu fotoğrafını görünce, kendisi ile benzer rezil özelliklere haiz bir başka aşağılık israfın yıllar önce resmi bir heyet gözetiminde günün katliamına dair çektirdikleri ya da bir başka ifade ile toplu halde çemkirdikleri bir başka ay yıldız fonlu fotoğrafı gözümde canlandı ve aynı bayrak, aynı kutsallık altına gizlenmiş bu zihinsel benzerlikle birlikte birbirlerine tıpatıp benzeyen iki resim ya da fotoğrafın yan yana yayınlandığı ve okuyucudan o iki fotoğraf ya da resim arasındaki farkların bulunmasının istendiği o dünlere ait bir bulmacanın, sıkıcı bir aktivitenin birdenbire gerçek hayatın ta kendisi haline dönüştüğü ortaya çıktı.

Ancak eğlencelik bir kurgudan ibaret olan ve ilk anda fark edilemese bile içerisinde okuyucuyu şaşırtacak çok sayıda farklılığı bir arada barındıran o gazete bulmacasının aksine, özellikle Kürtlerin, Alevilerin ve gayrimüslimlerin içerisine doğdukları ve sıklıkla da kurbanları haline dönüştükleri resmi ya da gayri resmi ırkçılığa ve mezhepçiliğe dair birçok kahredici benzerliğin kolayca tespit edilebileceği bu iki gerçek fotoğraf arasında bir takım “farklılıklar” bulmak öyle tahmin edeceğiniz üzere pek kolay olmayacaktır! Dolayısıyla farklılıkların tespitinden ziyade bence benzerliklerin peşine düşmek başımıza gelen bu korkunç felaketleri anlamamız ve bu elim hadiselerden gereken dersleri çıkarmamız açısından çok daha verimli olacaktır.

Şimdi ilk olarak bu iki fotoğrafta dikkatimizi çeken ilk benzerlik elbette herkesin tepeden tırnağa erkek olmasıdır. Ancak sanılanın aksine bu “erkeklik” cinsel bir ayrıma ya da fazlalığa dayanmamaktadır! Zira buradaki erkekler, erkekliklerinin ya da kahramanlıklarının(!) kaynağını yaradanın ilahi takdirinden değil; zamanı geldiğinde kendilerini hazır kıtalarında “cengaver” olarak değerlendirecek (kullanacak) olan kutsal devletlerinin ağır ve kutsal gölgesinden almaktadırlar.

İkinci benzerlik; sizin de kolayca fark edeceğiniz üzere bu iki fotoğrafın bilinen tüm milliyetçi öğelerle sonuna kadar donatılmış olmasıdır. Bu öğeler bazen sinsi bir pusunun mükafatı olarak utanmazca kullanılmışken, bazense bir canlıdan bir başka canlıya yönelen en büyük fenalıktan kolayca sıyrılmanın bir aracı olarak kullanılmıştır.

Üçüncü benzerlik; iki fotoğrafta da asıl ev sahiplerinin yani patronun “devlet” olduğu gerçeğinin ayan beyan ortada olmasıdır. Fotoğrafın birinde söz konusu “ev sahibi” üniforması ile kendisini hoyratça ele verirken; diğerindeyse üniformalının üniformasından dolayı koruma altına alınmasıyla kendisini gizlemeyi, arka planda kalmayı başarmıştır.

Dördüncü benzerlik; her iki fotoğrafın kurbanlarının da aynı istenmeyenler kulübüne yani “Zo” diyenlerle ( Ermeniler) “Lo” diyenler ( Kürtler) dünyasına ait olmalarıdır. Kurbanların bu ırksal kabahatleri (!) birisinde suçun işlenmeye bu kadar kolay karar verilmiş olmasını sağlarken; diğerinde ise imza atılan “beyaz bereli” suçun bir kahramanlık hikayesine dönüşmesinin önünü açmıştır.

İçerisinde ünlü Danton’un da bulunduğu idam mahkumlarını taşıyan atlı araba Greva meydanına doğru hızla yol alırken Fransız Devriminin peygamberi, adeta demir yumruğu olan Robespierre’in yaşadığı evin sokağına da sapar. Yol boyunca çevresine sövgüler yağdıran Danton, kendisinin idam fermanını büyük bir keyifle imzalamış olan Robespierre’in evinin önünden geçerken bütün gücüyle haykırır; “Robespierre; arkamdan geleceksin arkamdan!.” Nitekim haklı çıkar Danton. Zira bu idamdan yaklaşık 3 ay sonra Robespierre de aynı kanlı kaderin kurbanı olacak “ihtilalin kendi evlatlarını yediği” Devrim Fransa’sında kör bir giyotinde usulca can verecektir.

Bir güvercin tedirginliğinde toprağa düşen sevgili Hrant’ımız da, ya da isminin sadece baş harfi ile anlatabildiğimiz o gencecik yürek sızımız da bu lanet dünyadan ayrılıp bizi günahlarımızla, suçlarımızla ve ayıplarımızla kimsesiz, burun buruna bırakırlarken içlerinden Danton vari intikam hayalleri geçirmişler midir, doğrusunu söylemek gerekirse pek sanmıyorum. Zira insanın tahammül sınırlarını adeta eleğe çeviren o iğrenç fotoğraflardaki son benzerlik de kurbanlarının aynı asillikte, aynı vakurlukta ve aynı insaniyette olmalarıdır.

Uğur Güney Subaşı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir