HUKUKSUZLUK VE TARIM

Analiz

Written by:

2019 yılı Sayıştay raporları açıklandı. Raporların açıklanmasıyla birlikte yerel ve genel siyasette yolsuzluğa, yoksulluğa, kötü gidişe kör göze parmak sokarcasına göstermek isteyenler raporları gündeme taşıma çabasında. Bu konu gerek Bandırma gerekse Balıkesir kamuoyunun pek ilgisini çekmiyor. Eğer çekmiş olsaydı geçen yıl bu köşede yazdığım Büyükşehir’in ve Bandırma 17 Eylül Üniversitesinin Sayıştay raporlarına yansıyan uygulamalarına tepki gösterilirdi. Maalesef bu raporlara ne yerel siyasetçiler nede genel siyasetçiler ilgi duymadı. Hoş ilgi duysalar gündeme taşısalar ne olacak denebilir. Bu soruya ünlü bir AKP’li düşünürün sözüyle yanıt vereyim; “Hiç bir şey olmasa bile bir şeyler oldu” demişti. Belki bunda da bir şeyler olurdu.

Şimdi biz asıl konumuza dönelim. Üreticisinden tüketicisine, tarlasından marketine pazarına kadar her yerde sürdürülebilir gıda ve tarımla ilgili endişelerimizi dile getirir söyleniriz. Nostalji yapar nerde eski domatesler, nerde eski kavun karpuz, süt yoğurt der iç çekeriz. Son cümle olarak “ters eksen düz bitecek” topraklara sahip vatanımızda her şey ithal deyip Tarım Bakanlığı’na bir sitem yollarız.

Tarımın hali ortada. Size Tarımın neden bu halde olduğunu birkaç örnekle anlatmaya çalışacağım.

Birincisi Sayıştay Raporlarında da görüldüğü gibi Tarım Bakanlığı incelemesinde 45 bulguya rastlanmış ve bunların hepsi tek tek açıklanmış bu bulguların içerisinde destekleme ödemelerinden, bilişim sistemine kadar, bitkisel üretimden su ürünlerine kadar, muhasebe sisteminden kaynak transferine kadar tespit edilen bulgularla birlikte Bakanlığın görüşü açıklanmış. Ne mi olmuş? Özeti; Bakanlık Sayıştay’ı sallamamış.

Maalesef ülkemiz 12 Eylül faşizmiyle birlikte hesap verme gerekliliği unutturulmuş bir hale geldi. Hukuk tanımazlık Özal’la birlikte bir devlet geleneği haline geldi. “Anayasayı bir kez delmekle bir şey olmazdan”, taciz ve tecavüz sonrası “Bir kereden bir şey olmaz”a kadar geldi. Varlıklarına mutlak bir şekilde liderlerine borçlu milletvekilleri parti içi ve ülkesel sorunlarda liderlerinin dudaklarının içine bakar oldu. Vicdanla koltuğa oturan organ yer değiştirdi. Hal böyle olunca bütün kurum ve kuruluşlar gibi Tarım Bakanlığı ’da Sayıştay’ı sallamadı.

Bir yerde denetimden kaçıp denetleyenleri ve eleştirenleri “Devlet-i Ali”nin yüce menfaatleri gereği hemen vatan haini yaftası yapıştırılıyorsa bilin ki o yerde yanlış işler yapılıyordur. Kul hakkı yeniyordur.

Bugün ülke olarak yüzün üstünde tarımsal üründe dış alım yapıyoruz. Tarım Bakanlığı’na bağlı, ilçemizde Türkiye’nin tek Koyunculuk Araştırma Enstitüsü var. Ülke tarımını ayağa kaldıracak olan doğru tarım politikaları ve Araştırma Enstitülerinin çalışmalarıdır. Doğru politikaların uygulanmadığı bir yerde Araştırma Enstitüleri’nden de sonuç beklemek saflık olur. Genel politika ne ise yerele yansıması da aynı olacaktır. Devlet,  ticari mantıkla yönetiliyorsa, Tarım Bakanı “paramız var alıyoruz” diyebiliyorsa Araştırma Enstitüleri’ de kar odaklı çalışacaktır. Oysaki dünyanın hiçbir ülkesinde Ar-Ge çalışmalarında öncelik kar değildir. Kar ancak yeni bir teknoloji ya da bir materyal ürettiğinizde telif, patent ve/veya ıslahçı hakkı olarak yansır. Oysaki Tarım Bakanlığındaki bütün kuruluşlara baktığınızda çok çok büyük bir kısmı yılsonunu karla kapatır ve çalışan personele Döner Sermaye Kar Payı olarak dağıtır. Oysaki ortada geliştirilen yeni bir teknoloji yok, bilgi yok kısaca paraya dönüştürülebilecek bir ürün yok ama muazzam kar var.

Peki, bu değirmenin suyu nereden geliyor?

Özel sektörde Araştırıcı kuruluş belgeniz var. Tohum ıslah etmeye çalışıyorsunuz. Devletin sağladığı hiçbir kredi ve/veya kıyaktan yararlanmıyorsunuz. Tohumluk parsellerinizden örnek alınıp farklı konularda analiz yapılacak. Ödeyeceğiniz ücret muazzam bir rakam. Her analiz kalemi için ayrı ücret ödemek zorundasınız. Bu birinci aşama. Tohumluk vasfını kazandınız ürünü hasat ettiniz. Sertifikasyon işlemi için tekrar örnek alınacak ve tekrar analize gönderilecek ve tekrar para ödeyeceksiniz. Onu da yaptınız. Ürettiğiniz tohumun kademesini gösteren sertifika basımı içi tekrar para ödemek zorundasınız. Güzel değil mi? Bir koyundan üç post çıkıyor. Böylece Gıda Kontrol, Tohumluk Tescil ve Sertifikasyon kuruluşları kar ediyor. Peki, biz bu hizmetlerin bedelini ödeyeceksek neden vergi veriyoruz?

Bir örnekte ilçemizde olan koyunculuk Araştırma Enstitüsünden. Kuruluşu 1943 yılına dayanan Enstitü ülkenin koyun üzerine kapsamlı çalışan tek kuruluşu. Yaklaşık 20 bin dekar arazi varlığıyla bölgenin en büyük çiftçisi. Ürün deseni bölge itibariyle buğday ve ayçiçeği. Buğday ve ayçiçeği üreticisi borç batağındayken, karnını zor doyururken kurumun karlılığı nereden geliyor? Elbette kurumda emeğiyle çalışan işçi ve teknik personel görevini özveriyle yerine getiriyor. Elbette bu sorun bu tür kurumlarda çalışan emekçilerin yarattığı bir sorun değil. Sorun tamamen hükümetin tarıma ve tarımsal hizmetlere yönelik uyguladığı politikadan kaynaklanıyor. Şu da bir gerçek ki maalesef her yerde olduğu gibi bu tür kurumlarda ehil insanlar tarafından yönetilmiyor. Dolayısıyla fırsatını bulan nitelikli araştırmacılar bu tür kurumlardan kaçıyor. Adeta bir değirmen. Örneğin Koyunculuk Araştırma Enstitüsü’nden son üç yıl içerisinde kaç tane doktorasını tamamlamış personel gitti? Oysaki akademik olarak unvanını almış, araştırma için her türlü materyale sahip bir kurumdan bu insanlar niye gider? Hadi bir kaçı üniversitelere geçti diyelim. Ya il ve ilçe müdürlüklerinde masa başı memurluğa tercih edenler? Ülkenin nitelikli, gerçekten araştırmacı insanlara bu kadar çok ihtiyacı varken bu değerlerin gitmesine niye izin verilir? Yoksa bunlar yönetim için “çıbanbaşı” mıydı? Klasik yönetim anlayışı. Benden değilse, beni eleştiriyorsa ya pasifize ederim ya da yol veririm. Bütün kurumlar aynı değil mi?

Klasikleşmiş bir söz vardır; “Güven kontrole engel değildir” diye. Eğer bir ülkenin bakanlarından tutun, en alt birimdeki yöneticileri denetimden kaçıyorsa, işlerine gelmeyen kararları “Ben sadece Allah’a hesap veririm” deyip kapatıyorsa, yolsuzluk, usulsüzlük ve mobing uygulamaları sıradanlaşmışsa elbette çürüme her yere yansıyacaktır. Elbette tarımdan, turizme, eğitimden diyanete, vakıflardan bankalara kadar her yerde kötü gidiş görülecektir. Bu kötü gidişin nedeni sadece beceriksizlik değil hesap sormamak veya hesap vermekten kaçmaktır. Bunun yolu demokrasiyi ve hukuk kurallarını içselleştirmek yaşamın her alanında egemen kılmaktır. Biz toplum olarak demokrasiyi 4-5 yılda bir oy verip sonrada koy vermek olarak gördüğümüz sürece ve bu bize dayatıldığı sürece değişen bir şey olmayacaktır. Oysaki demokratik yaşamın temeli hesap sormak, hesap vermek ve katılımcılıktan geçer. Bunun yolu da meslek örgütleri, dernekler ve bağımsız yargıdır. Peki, ülkemizde bunlardan hangisi kaldı? Hiç biri.

İmam cemaat örneğini herkes bilir. İmam yellenirse cemaat .ıçarmış. Hukukun egemen olmadığı hiçbir yerde hiçbir işin doğru gitmesi mümkün değildir. Bunu somut olarak yaşamıyor muyuz? İyi giden dört dörtlük çalışan politika üreten hangi sektörümüz var? Tarım sektöründe yaşanılan hukuksuzlukları tek tek yazmaya kalksak ansiklopedi olur. Tarım alanlarının imara açılması, ormanlık alanların talanı, meraların işgali, su havzalarının kirletilmesi, uygulanan fiyat politikaları, ithalat kıyakları vs.vs

Bu ülkede her konuda donanımlı ve özverili teknik eleman bulunmaktadır. Eksik olan tek şey vicdan ve hukuk. O yüzden bu ülkede soruşturma ve cezalar gerçekten anayasayı ve ülkeyi savunanlara verilir. Mahkemeler ve denetim kuruluşları artık bu mantıkla iş görmektedir. Kamuda otorite istemediği sürece hiçbir denetim kağıt üstünden öteye geçmez. O yüzden ne olacak bu tarımın hali demeden önce bu hukuksuzluk ne zaman bitecek diye sormak gerekir.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir