Geçtiğimiz günlerde hükumetin mera alanlarında otlatmaya yönelik almış olduğu ücretlendirmeye ilişkin bir karar sosyal medya başta olmak üzere pek çok alanda gündem yarattı. Ancak işin ilginç yanı alınan karara yönelik yapılan tartışmalara katılanların büyük bir kısmı hayvancılıkla ilgisi olmayan profillerdi. Sektörün üretici açısından temsilcileri maalesef her zaman olduğu gibi üç maymunu oynamaya devam etti
Alınan karara göre mera da hayvan otlatmanın bedeli büyükbaş için 10 TL, küçükbaş için ise 2.25 TL olarak belirlendi.
Bu uygulama aslında yeni değil. Yıllardan beri devam eden bir uygulama. Meralar köy tüzel kişiliğine ait olduğu dönemlerde uygulama kapsamında Çiftçi Mallarını Koruma amacıyla alınan bedelle köye ait kır bekçisinin maaşı ödeniyor ve köyün ekili arazilerinin zarar ve ziyanlarının önüne geçilmeye çalışılıyordu. Ancak Büyük Şehir Yasasından sonra bir gecede şehirli olan köylü yurttaşlarımız tüzel kişiliğine ait mera alanlarını kaybettiği gibi daha pek çok alanda uğradığı hak kaybını yaşadıkça görecek.
Şimdi konunun başka bir boyutuna değinmeye çalışayım. Meralar bir ülkenin doğal zenginlik alanlarıdır. Bu alanlar aynı zamanda biyolojik çeşitliliğin kaynağıdır. Mera alanı dendiğinde sadece düz alanlar değil orman meraları da akla gelmelidir. Bu durumda meraların biyolojik zenginliği ortaya çıkar.
Ülkemizde hayvancılık entansif ve ekstansif olarak varlığını sürdürmektedir. Entansif hayvancılık dendiğinde teknolojinin bütün olanaklarının kullanıldığı teknoloji yoğun, meranın ikinci plana atıldığı bir model düşünülmelidir. Ekstansif hayvancılık dendiğinde ise tam tersi emek yoğun, meranın ön plana çıktığı bir modeldir. Koyun ve keçi yetiştiriciliği için vazgeçilmezdir. Küçükbaş yetiştiriciliğinde meradan faydalanma süresi bölgelere göre değişmektedir. Yapılan çalışmalara göre bölgeler itibariyle otlatma mevsimi uzunluğu, Karadeniz Bölgesi, Marmara Bölgesi ve İç Anadolu Bölgesinde 180 gün, Eğe Bölgesinde 200 gün, Güney Anadolu Bölgesi ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 210 gün ve Doğu Anadolu Bölgesinde 150 gündür. Bu ne demektir? En kötü koşullarda yukarıda belirtilen gün sayılarında hayvanlar yaşama payı ihtiyaçlarını meradan karşılayacak demektir. Yaşama payı için üretici cebinden ekstra bir yem maliyeti ödemeyecek demektir.
Şimdi zurnanın zırt dediği yere geliyoruz. Bölgeler itibariyle otlatma mevsimi süreleri vejetasyon dönemi itibariyle belli. Peki alanı belli bir merada kaç hayvanın ekonomik ve sürdürülebilir otlayacağını kim ve nasıl karar verecek? Bu kararı Mera Komisyonları vermeli. Mera Komisyonu 25.02.1998 tarih ve 4342 sayılı yasayla oluşturulmuş bir komisyondur. Komisyon ilgili yasanın 6.Maddesine göre;
‘’valinin görevlendireceği bir vali yardımcısı başkanlığında; Bakanlık (Tarım) il müdürü, Bakanlık il müdürlüğünden konu uzmanı bir ziraat mühendisi, Köy Hizmetleri il müdürlüğünden bir ziraat mühendisi, defterdarlıktan veya bulunamaması halinde vali tarafından görevlendirilecek bir hukukçu, Milli Emlak Müdürlüğünden bir temsilci, Kadastro Müdürlüğünden bir teknik eleman, Ziraat Odası Başkanlığından bir temsilci olmak üzere sekiz kişiden oluşan bir komisyon kurulur. Ayrıca orman içi, orman kenarı ve orman üst sınırında bulunan mera, yaylak ve kışlakların tespit, tahdit ve tahsisi çalışmalarında, ilgili orman teşkilatından bir orman mühendisi, 3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu uyarınca reform bölgesi ilan edilen alanlarda bulunan mera, yaylak ve kışlakların tespit, tahdit ve tahsisi çalışmalarında Tarım Reformu Teşkilatından bir ziraat mühendisi bu komisyonlarda üye olarak görevlendirilir. ’der.
Özetle bu komisyon bir mera alanının ot veriminden otlatma kapasitesine (otlatılacak hayvan sayısı ve gününe) ve otlatma yönetimine karar verecek demektir. Peki yasaya göre bu mümkün oldu mu? Tabii ki hayır. Neden mümkün olmadığının pek çok nedeni var. Bunların bir kısmını ana başlıklar itibariyle açıklamak istiyorum. Bunlar;a- 24.Ocak.1980 Ekonomik kararlarından sonra mera alanları atıl bir alan olarak değerlendirilen bir politikaya teslim oldu. Bu politik tercih sonunda mera alanları hızla tarıma açıldı. Yetmedi imara açıldı. (Örnek; Kemal Unakıtan’ın çocuklarının sahibi olduğu AB Gıda için mera vasfını yitirmiştir raporu.)b- Mera alanlarının değersiz bir alan olarak görülmesiyle yerleşen düşünce sonucu bu alanlar köylerin ve şehirlerin çöplüğüne dönüştürüldü. Bunun yanında pek çok mera alanı 1990’lı yıllarda köy tüzel kişiliğinin aldığı kararlarla tarıma açıldı.c- Hükümetlerin bu bakış açısı sonucu Tarım Bakanlığı bünyesinde mera ıslah ve yönetim çalışmaları gereksiz görülüp kaderine terk edildi. Bunun sonucunda bugün mera alanları istilacı tür olarak kabul edilen pek çok yabancı bitki türü tarafından kaplanmış küçükbaş ve büyükbaşın otlatılması olanaksız hale gelmiştir. Bunun yanında özellikle orman içi meralar olmak üzere pek çok verimsiz mera alanlarından otlatma ihtiyacını karşılayan keçilerin orman meralarında otlatılması yasaklanarak özellikle Aydın, Muğla ve Teke Yöresi diye tabir edilen Isparta, Burdur ve Antalya yörelerinde yaygın olan keçi yetiştiriciliği sonlandırılmaya çalışılmıştır.
Yazıyı çok fazla teknik detaylara boğmamak adına Türkiye’nin tarım politikasını yönlendiren TÜSİAD’ın çabalarıyla Türkiye Yem Sanayi son beş yılda yaklaşık %500 büyürken hayvancılık iflas etmiştir. Daha pek çok neden sayılabilir. Bu köşede tarımın sorunlarıyla ilgili zaman zaman dile getirdiğim nedenlerden bağımsız değildir. Ülkemiz hayvancılık sektöründe birçok üretici birliği bulunmaktadır. Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliği, Damızlık Koyun Yetiştiricileri Birliği, Süt Üreticileri Birliği vs. vs. Ziraat Odaları’nı saymıyorum bile. Peki (adını anmadığım birlikler kusura bakmasın) ne iş yapar? İstisnasız olarak ifade ediyorum ki bütün birlik ve oda başkanları nüfuz ticareti yapmaktadır. Bu ticaretin koşulu siyasal iktidarın borazanlığını yapmaktır. Hiç kimse kusura bakmasın falan demiyorum. Çok net olarak ifade ediyorum ki bugün tarımsal üretime yönelik tüm oda ve birlik başkanları ya siyasal kariyer peşindedir ya da nüfuz ticareti yapmaktadır. Üreticilerden aldıkları aidat, küpe parası vb. gelirlerle siyasal iktidarın politikalarına destek vermekte ve kendi geleceklerini düşünmektedir. Hal böyle olunca damında üç ineği iki koyunu olan yurttaşımız bir yandan isyan ederken bir yandan ‘’Allah beterinden korusun’’ tevekkülü içerisinde umutsuz bir yaşam sürmektedir. Geneldeki bu politikalar kimin işine gelmektedir? Aile işletmeciliğinin tasfiye edilmeye çalışıldığı, yer altı, yer üstü doğal alanların ve kaynakların rant olarak değerlendirildiği bir sistemde kısa ve orta vadede rantiyecilerin işine gelmektedir. Sistematik olarak yoksulluğa mahkûm edilen köylü yurttaşımız kurtuluş olarak kendi arazilerini ve mera alanlarının satışına rıza göstermeye zorlanmaktadır.Bu talan politikasından çıkış elbette mümkün.
Bu konuda tamamen kişisel önerilerim olarak; mera alanlarının bakım ve yönetimi köy tüzel kişiliklerine devredilmelidir. Köy tüzel kişilikleri bu alanların etkin ve verimli kullanmalarını sağlayacak önlemler alabilmelidir. Bu alanlardaki kuru ot verimi, otlatma kapasitesi, otlatma yönetimini ve ıslahına yönelik çalışmaları Tarım Bakanlığı’nın taşra teşkilatı ve tarımla ilgili örgütlerin teknik desteğiyle sürdürülebilir hale getirilecek önlemler alınmalıdır. Büyük şehir yasasından sonra belediyelere devredilen alanlarda yerel yönetimler kırsal mahallelere yönelik ayrı bir politika belirlemelidir. Aksi halde her geçen gün çiftçiden alınan bedel fazlalaşıp meralar değersizleştirilecek ve ranta açılması için gerekli bütün koşullar tamamlanacaktır. Bu durum özellikle küçükbaş hayvancılığı ekstansif yapısından çıkarıp ağıllara hapsedecek ve artan maliyetlerle sürdürülemeyecektir.Tabii ki bütün bunlar zor işler. Bandırma özelinde değerlendirirsek, üniversite suskun, ülkenin Koyunculuk konusunda tek yetkili araştırma enstitüsünde bile çayır mera ve yem bitkileri bölümü yoksa kime, neyi, nasıl anlatacaksınız? Daha birkaç ay önce yaklaşık 6 bin dönüm Edincik merası imara açılırken sessiz kalan üniversite, enstitü, ziraat odası ve borsa başta olmak üzere çevre örgütlerinin samimiyetine ne kadar güvenebiliriz? Bu kadar karamsar bir paragraftan sonra ne kadar inandırıcı olur bilmiyorum ama inandığım bir sözle yazıyı sonlandırmak istiyorum.
‘’Umutsuz durum yoktur, umutsuz insan vardır.’’
Siz umutsuz insanlardan olmayın. Umudumuz hep diri kalsın. Her gece yeni bir gün ışığıyla biter.
Cevdet AYAN