Kendisine oranla “amatör” sayılabilecek zayıf rakibinin karşısına “şampiyon” unvanıyla çıkmasına rağmen o son gongun çalmasıyla birlikte unvanını kaybetmese bile prestijini fazlasıyla kaybederek her yanı dağılmış halde geceyi Philadelphia’da bir hastane odasında geçirmek zorunda kalan Apollo Creed’in odasını; o efsane müsabakayı sayıyla kaybetmiş olmasına rağmen her sıkıştığında sadece ringin iplerine değil, umutlarına ve hayallerine de tutunarak tüm bedeni ile tam 15 raund boyunca güçlü rakibine direnmeyi başaran ve ortaya koyduğu bu destansı mücadelesiyle basit bir “sokak serserisi” olmadığını hem kendisine, hem de o esnada maçı izlediğini bildiği sevgilisine ispat etmek isteyen; yetenekleri korkularından çok daha büyük bir boksör olan Rocky Balboa usulca ziyaret eder. Bir geceliğine mahkum olduğu tekerlekli sandalyesiyle güç bela yanaşabildiği kapının hemen girişine mevzilenen Rocky; “yo Apollo” der. “Bana karşı tüm gücünü kullandın mı?” “Evet” der Apollo. “Tüm gücümü kullandım.”
Oysa bizler, bu basit soruyla bir anlamda kendi gücünü de test etmek isteyen Rocky Balboa kadar şanslı değiliz. Zira çilelerle bezenmiş şu kaotik hayatımızda anafor etkisi yaratarak bize ait olan tüm insani ve medeni değerlerimizi, hayallerimizi, duygularımızı, umutlarımızı ve hatta sevdalarımızı oradan oraya edepsizce, vahşice savurarak tümüyle darmadağın etmelere doyamayan kindar bir zihniyete ve o zihniyetin kontrol panelini yıllardır tek başına yöneten şahsımland’e karşı hani bırakın kapısına kadar usul usul yaklaşarak “bize karşı tüm gücünüzü kullandınız mı?” Diye naifçe sorular sormayı ve gelecek olan olası bir “evet” cevabından da geleceğimiz adına bir nebze olsun ferahlık ve umut devşirecek olmamızı; üç kişi bir araya gelerek herhangi bir konuda herhangi bir resmi görevliye soru bile soramıyoruz artık.
Irkı, milleti, dini, siyasi görüşü ne olursa olsun kendisine ulaşan herkesi “mazlum” parantezine almayı başarmış ve onların dertleriyle dertlenmiş insan soylu bir milletvekilimizi barbarlıkla içi içe geçmiş alçaklığın çarmıhına arsızca germek için üstelik namaz başında yakalamaktan bile zerre utanmayan bir düzenin;
Yöre halkının sadece oylarına değil, canlarına da talip oldukları her hallerinden belli olan devlet destekli bir grup azılı haydutun, fakirliği, çaresizliği ve de kimsesizliği bir “kader” gibi kabullenip bağırlarına basmış esnaf bir aileyi, sırf kendilerine ve o iğrenç suç şebekelerine oy vermeyeceklerini söylediler diye, organize bir şekilde yani taammüden katlederek adeta Urfa haritasından silmelerine seyirci kalan, kalmakla da yetinmeyerek bu katliamın daha kanlı noktalanması adına katillere her türlü lojistik desteği sağlamaktan çekinmeyen ve bu sebeple olsa gerek ki iki evladını ve kocasını toprağın altına, bir evladını da demir parmaklıkların ardına yollayan bitap düşmüş bir annenin sesi taa Çukurova’ya kadar ulaşan adalet isyanına utanmadan gözlerini ve vicdanlarını kapatan soysuz bir rejimin;
Yobazlıkları ve cinsiyetçilikleri paçalarından dirhem dirhem akan birkaç dinci dalaksızı memnun etmek adına erkek şiddetine karşı kadınların son direnme üslerinden biri sayılan İstanbul Sözleşmesi’ni bir gece ansızın hükümsüz kılan zalim bir anlayışın ya da anlayışsızlığın;
Mart 2019 yerel seçimlerinde 3 büyükşehir, 5 il, 45 ilçe ve 12 belde belediyesi olmak üzere tam 65 belediye başkanlığı kazanmasına rağmen Kürtlere karşı reva görülen “siyasi soykırım” neticesinde elinde sadece 4 ilçe ve 2 belediye başkanlığı kalan milyonlarca seçmeni olan legal bir partiyi, önce karizmatik liderini, ardından önemli isimlerini hukuksuzca hapsederek siyaseten kötürüm bırakma planının şimdilerde partinin tümüyle yok edilmesi olarak güncellenmesini bu kadim halka rahat rahat anlatabilen kindar bir ideolojinin gücünün sınırlarının bir başkası tarafından, hele de bu muhalifse eğer, test edilmesine öyle kolay kolay müsaade etmeyeceği açıktır.
“Yo Apollo, bana karşı tüm gücünü kullandın mı?” Sorusuna verilen dürüst bir “evet” cevabı, aslına bakılırsa dövüş esnasında sarf edilen gücün test edilmesi kadar, müsabaka boyunca elden gelen her şeyin yapılmış olduğunun da ferahlatıcı haberini müjdeler sorduğu sorunun cevabını arayan sporcuya. Soracağımız, peşine düşeceğimiz hiçbir soruya dürüstçe cevaplar alamayacağımız için genç Balboa’nın hastane yatağına huzur içinde dönmesine sebep olan o ruh dinginliğine hiçbir zaman sahip olamayacağız. Dolayısıyla kötülük tekelini elinde bulunduran cari iktidarın daha ne kadar kötüleşebileceğine ya da bayağılaşabileceğine dair hiçbir öngörüye sahip olamayacağız. Bundan daha kötüsü olmaz yahu dediğimiz her yeni günün sabahına çok daha kötü, çok daha vahim haberlerle uyanmamız hiç olmadığı kadar ihtimal dahilindedir artık!
Hasıl-ı kelam Merhum Çetin Altan’ın nefis tespitiyle ifade edersek eğer “kötülükte geri vitesi olmayan ve ayağını hiçbir surette gazdan çekmeyen” son derece tehlikeli bir oluşumla mücadele etmek zorundayız. Kötülük potansiyeli öngörülemeyen bu iktidar karşısında ırkımız, ideolojimiz, sınıfımız, cinsiyetimiz, dinimiz ve hatta dinsizliğimiz ne olursa olsun bir şekilde yan yana durmayı, yan yana gelmeyi beceremezsek eğer, tek ve kimsesiz yakaladıkları üzerinde güçlerinin sınırlarını vahşice test etmelerine asla engel olamayacağız, son gelişmelerden sonra bu durum iyiden iyiye berraklaşmıştır artık. Bugün HDP’li bir vekili atacaklar meclisten, diğer gün tüm CHP’lileri ya da İYİ Partilileri..Bugün Urfalı bir annenin çığlıklarına kulaklarını tıkayacaklar, yarınsa İzmirli bir annenin.
Uğur Güney Subaşı. Mart 2021, Adana