Başkanım merhaba, rojbaş, “Ooo yine bizim Adanalı gelmiş ziyaretimize yahu, merhaba, rojbaş Güney’im rojbaş, hoş gelmişsin sefalar getirmişsin.” Eyvallah başkanım, cümleten hoş buldum. Nasılsın başkanım, sağlığın, sıhhatin, moralin nasıldır? “Nasıl olalım, iyi diyelim iyi olalım, ha bir de şükür Allah’a diyelim be gözüm. Sen nasılsın bakalım? Bu arada hakkımda yazdığın o sakıncalı yazıları okuyorum. Bak seni uyarayım, böyle gidersen bu güzel sohbetlerimizi bu sevimsiz cam korkulukların ardında değil, aynı hücreyi paylaşan 2 hükümlü, 2 olağan şüpheli olarak plastik, beyaz bir masanın etrafında sabah kahvelerimizi içerken yapacağız haberin olsun!”
Yapalım be başkanım. Yenilmeyi, kaybetmeyi ya da pes etmeyi asla düşünmeyen senin gibi dirayetli ve onurlu bir insanla o soğuk mapushane damında kader mahkumluğu yapmak, yaktığı her kadim ağıda göz yaşı olmak, söylediği ve belki de sessizce sığındığı her acı türküye ses olmak, çığlık olmak, özlem olmak benim için birer gurur nişanesidir.
“Eyvallah gözüm, cansın.”
Bilmukabele başkanım, bilmukabele..Bu arada bir şey soracağım başkanım? “Sor bakalım Adanalım” Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kalelerini hunharca zapt eden, bütün tersanelerine pervasızca giren, bütün ordularını dağıtan ve memleketin her köşesini bilfiil işgal eden bir düşman ordusuna değil de, haksızlıklara karşı cesaretle direnen toplumun tüm kesimlerini huysuz bir atın binicisini üzerinden attığı gibi üzerlerinden atan, hayatı hem onlara hem de ailelerine çekilmez kılmak adına tüm zalimliklerini kusursuzca bileylemekten asla çekinmeyen bu ‘nobranlara’, onların keyfi hukuksuzluklarına esir düşmek nasıl bir duygudur acaba?
”Hımm.. Güzel soru. Aslında şey gibi be Güney’im. Hani hayatın tüm güzel şeyleri etrafında birbir uçuşurken sense onları büyük bir inatla yakalamaya çalışırsın ya…Ben de dizimde uykuya yeni dalmış güzel kızlarımın bana karşı bonkörce verdikleri o ‘çocuksu’ nefeslerini yakalamaya, onun bir parçası olmaya çalışıyorum. Karımı, annemi ve babamı ya da kardeşlerimi her güldürdüğümde, onların seslerini, gülüşlerini yüreğimden kopup geldiği gibi yakalamaya, onları hissetmeye çalışıyorum. Ancak laf aramızda olmuyor be gözüm!..Olmuyor.
Tutsakken, demir parmaklıklara mahkumken o haylaz objeler çok hızlı hareket ediyorlar biliyor musun? Islak bir sabun gibi parmaklarımın arasından kayıp giden özgürlüğümü yakalayamadığım gibi ne yazık ki onları da yakalayamıyorum. Yakalayamadığım gibi uzun bir zaman boyunca canım kızlarımın ve vefakar karımın nefeslerinin, seslerinin ve gülüşlerinin yerinde hiçbir şey olmayacağını çok iyi biliyor ve bir anlamda bunun çaresizliğini, kızgınlığını hissediyorum.
Ancak yine de yargıya atanan malum ‘kayyımlar’ eliyle adalete, hakka ve vicdana dair yok etmeye çalıştıkları her ne varsa, inatçı bir bitki gibi her susuzlukta yeniden boy verip gönlünce filizleneceğini ve bir yaz güneşi gibi bu kadim ülkenin tepesinden hiç ama hiç ayrılmayacağını çok iyi biliyorum. O güzel anlarımızı, ailemin her ferdinin nefesini ve gülüşünü bir daha yakalama umuduyla direniyorum işte be gözüm, bu kadersiz ülkenin üzerine amansızca abanarak nefes almasını, huzur bulmasını zinhar istemeyen bu malum alçakların inadına direneceğim de…En basit insani hasletlerimizi, bizi biz yapan rahmani ve vicdani değerlerimizi bile usta bir hırsız gibi bizden çekip almalarına isyan etmekten, bu büyük soygunu ifşa etmekten hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim.
Çünkü biz onlar gibi bu ülkenin yurttaşlığını sadece anamızdan babamızdan miras olarak almadık gözüm..40’ların Nazilere esir düşmüş Fransa’sında yakalanarak idama mahkum olan özgürlük savaşçısı Misak Manukyan’ın, kendisini yargılayan Nazi işbirlikçisi Fransız hukukçularına dönüp haykırdığı gibi bizler de bizi yargılayanlara, daha doğrusu yargıladıklarını zannedenlere dönüp haykırıyoruz ki; biz bu kadim ülkenin yurttaşlığını miras olarak almadık, sonuna kadar hak ettik. Anlıyorsun değil mi? Hak ettik. Dolayısıyla bu asırlık gerçeği değiştirmeye, yok saymaya hiç kimsenin gücü, imkanı yetmez., hiçbir zaman da yetmeyecek.”
Başkanım, ağzına, yüreğine sağlık. Yine ne çok şey öğrendim, ne çok hüzünlendim seni dinlerken..Lakin ziyaret saatinin bittiğine dair bizi uyarıyorlar.
“Eyvallah Adanalım, sağlık olsun. Bir sonraki görüş gününde yine devam ederiz. Kendine iyi bakasın, sevenlerimize, bizi soran, bizimle tasalanan bütün o güzel insanlara gönül dolusu selamlarımızı söylersin emi?..” Ne demek başkanım, elbette söylerim, söylemez olur muyum? Başım gözüm üstünedir.
Uğur Güney Subaşı.
Not: Bu diyalog, benim tarafımdan yaratılmış bir kurgudan ibarettir.