Söze başlamadan önce POLİTİKHANE Ekibine ve Gökhan KARCI’ya gençlerin düşünce ve yazılarına olanak tanıdıkları için teşekkür ediyorum. POLİTİKHANE’ye emek veren, zaman harcayan, alın teri döken herkesi saygıyla selamlıyorum.
Mayıs ayı Türk Devrim tarihi için büyük devrimlerin, acıların yaşandığı ve Türk Gencinin Atasının Devrimlerine nasıl sahip çıktığının belgelerini içinde barındırır. Bu nedenle Mustafa Kemal, Bursa Nutkunun başında Türk genci için “Türk Genci, devrimlerin ve Cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine doğruluğuna herkesten çok inanmıştır.” sözlerini bizlere çok değerli bir miras olarak bırakmıştır.
Peki, biz Türkiye Cumhuriyeti gençleri, bu değerlere sahip çıkabildik mi? Bu devrimleri gelecek kuşaklara sağlıklı ve tarafsız bir biçimde aktarabildik mi? Atamızın da söylediği gibi Gençlere bu imkânları tanıyabildik mi? Bizler bu sorumlulukları gençlerle paylaşmak yerine kişisel çıkarlarımız için onları yok saymasaydık peki Türkiye’ de neler olabilirdi?
Geçtiğimiz günlerde Deniz Gezmiş ve yol arkadaşlarını hep birlikte andık. O dönem rahmetli genel başkanımız İsmet İNÖNÜ’nün tüm çabalarına rağmen partimizin bazı milletvekilleri de dahil idam cezasını mecliste onaylamasıyla ölüme mahkum edilmişlerdi. Birçok milletvekilimiz de, meclisteki seçimine katılmamışlardı. 13 Nisan 2020 tarihinde Ceza İnfaz Yasasında Değişiklik yapılan meclis toplantısına yine sadece 19 Milletvekilimiz katılmış hatta aralarından biri sözde yanlışlıkla EVET oyu vermişti. Oysaki yakın tarihimizde Genel Başkanlık görevinde Deniz Baykal varken günümüz Cumhurbaşkanı Amerika’ya tezkere sözü vermiş ancak tezkere Cumhuriyet Halk Partili ve diğer muhalif partili vekillerce eksiksiz katılım sağlandığı için meclisten geçmemişti. İnönü, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararını engelleyemese de çabaları her zaman takdir edilmişti. Çok yakın tarihimizde yine Değerli Genel Başkanımız Sn. Kemal KILIÇDAROĞLU Adalet Yürüyüşü ile sadece Türkiye değil Dünya kamuoyuna direnişiyle damgasını vurmuştur. Yani yenilgiyi baştan kabul etmek biz Cumhuriyet Halk Partililere uygun bir huy değildir. Çünkü bugün meslekleştirilen Vekillik o dönemlerde halkın çıkarını korumak için hareket eden bir karar mercii olarak akıllarımıza kazınmıştı. O nedenle geçmişimizden övgü dolu sözlerle bahsederken, koltuklarımızı kabartan bu direnişleri uygulamamak, hatırlamamak olmazdı.
Şimdi günümüz Türkiye’si ve seksen öncesi Türkiye arasında Küçük bir karşılaştırmaya gireceğiz hep beraber.
Henüz 5. Sınıfta, Demokrat Parti’nin en baskıcı yönetimi altında kendi okulunda çekilen mezuniyet fotoğrafına “ALTI OK” işareti yaparak dönemin iktidarını on yaşında protesto eden bir gencin hikâyesi bu. Yegâne amacı Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsızlığı olan bu gençler henüz 24’lü yaşlarında kendi hayatlarını bu ülkenin geleceğine armağan etmekten asla çekinmediler. Samsun’dan başlayan “Tam Bağımsızlık İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü” adlı bu yolculuk bayrağını bir sonraki nesle emanet ederek devam etti. Evet, onlardan çok şey kattık kendimize, darbe öncesini yaşımız gereği kitaplardan, büyüklerimizden öğrenmeye çalıştık. Her bilgi ve düşüncenin kendi dönemine göre evrilmesiyle aslında Sol düşünce ve eylemleri de bir şekilde evrildi. Eski dönemlerdeki gibi eylemler sokakların dışında büyük bir evrende yapılmaya başlandı. Bu evrenin ismi ise Sosyal Medya oldu.
1 Mayıs 2013 tarihinde Taksim Meydanında yasaklanan İşçi Bayramı etkinlikleri ülke genelinde büyük bir direniş başlatmıştı. İnsanlar Hükümetin baskıları ve kolluk kuvvetlerinin orantısız şiddetine maruz kalmış, artık bıçağın kemiğe dayandığı bir dönemecin içine adım atılmıştı. 1977 yılında kimliği belirsiz kişilerce yapılan katliamlar, adeta hükumetin kolluk kuvvetlerine verdiği sınırsız yetkilerle Polis tarafından bizzat halka yapılmaya başlanmıştı. O dönem bizlerin bile ön göremediği bir isyanın ilk kıvılcımları atmaya başlamış, Ak Parti hükumeti dahi yaşanacakları ön göremeyecek bir duruma gelmişti. 27 Mayıs günü iş makinalarının Gezi Parkına girmesiyle büyük bir kitle en derin uykulardan uyanıp, düzene karşı dimdik ayakta durmuştur. Bu kitle Mustafa Kemal’in “Türk genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır.’ demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.” Sözleriyle seslendiği Cumhuriyet’i emanet ettiği gençlerden başkası değildi tabi.
Sosyal Medyanın gücü de tam olarak bu günlerde keşfedildi. İnsanlar yandaş medyanın korkarak yayınlamadığı gerçekleri sosyal mecralardan gün yüzüne serdi. Gençlerin özgürlüklerine kastedilmesi, hükumetin kararlarının insanların canına kastetmesi bardağı taşıran son damla olmuştu. Ülkesinin geleceği için şehit verilen canlar, kaybedilen uzuvlar… Ali İsmail, Selim Önder, Abdullah Cömert, Mustafa Sarı, İrfan Tuna, Ethem Sarısülük, Zeynep Eryaşar, Berkin Elvan ve Mehmet İstif. İsimler değişir elbet. Değişmeyen tek şey onların ülkelerini ne kadar sevdikleridir. Değişmeyen tek şey şehit olduklarındaki yaşlarıdır. Onları bu dünyadan götüren bir mermi değil, bu ülkenin emperyalist düzenidir. Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i veya Mahir’i dönem olarak Gezi Gençliği ile aynı işleri yapmamışlardır belki ancak ana fikir her daim Türkiye Cumhuriyeti’nin TAM BAĞIMSIZLIĞI olmuştur.
Bu düzeni değiştirememek, lafa gelince mangalda kül bırakmadığımız Atatürkçü düşüncelerimizin, söz konusu gençler olunca onlara hiçbir temsiliyet hakkı vermememizden kaynaklanmaktadır. On sekiz yıldır başarısız olan bir iktidar ve aynı zaman sürece iktidar olamamış bir muhalefet var. Biz Cumhuriyet Halk Partili gençler diğer siyasi partilere göre biraz daha şanslıyız ancak gençlerin kendilerini temsil etme hakkı yine de yeterli bir seviyede değil. Her seferinde partinin öz gücü olduğumuzu dile getiren insanların, bu sözü sadece gençlerin kalbinde yer edinmek için kullanmaları bizleri derinden yaralamaktadır. Partiye emek vermek için gelen gençlerin sadece iş bulmak amacıyla orada bulunduğunu zanneden bir yönetici yapısının, siyaseten geleceğe ve gençlere umut vermesi beklenemez. Elbette ki ‘’Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber bu işi başaracağız ya da hiçbirimiz başaramayacağız.’’ Ancak şunu öngörebiliriz ki Türk gençliği olmadan tüm devrimleri, yarım yapmış olacağız.
Bir de şöyle bir gerçek var; Artık dünyadaki üretim araçları ve ürünler değişti. En pahalı ürün Bilgi ve Bilgi Teknolojisi Bilişim veya Yazılım dünyası sınırsız bir şekilde hayatın ve ekonominin ortasında yer alıyor. Politikadan, Milli Savunmaya, Haberleşmeden, Pazarlamaya kadar tüm alanlarda BİLİŞİM ÇAĞINI yaşıyoruz. Peki, Bilişim alanında en başarılı yaş grubu kimler. Tabi ki Gençler. Kısaca örgütünde genç kadrolara yer ve söz hakkı veren organizasyonların başarıya ulaşma şansı çok daha yüksek.
BİZDEN BÜYÜKLERİMİZE BİR HATIRLATMA OLSUN BU DA…
Türk gençliği olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin, cumhuriyet ve devrimlerin yılmaz bekçileriyiz. Her zaman, her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için bütün zorlukları yeneceğimize, namus ve şeref sözü verir, kendimizi büyük Türk Ulusuna adarız. Varlığımız Türkiye Cumhuriyeti Halkına armağan olsun…
Murat Özcan
Cok degerli genc kardesim murat turkiyedeki genclik gerçeğini cok guzel anlatmış yüreğine sağlık.