“Oğlum atar şimdi bir üçlük, kazanırız!.” Özellikle lise yıllarımda oynamaktan büyük keyif aldığım ve hani fena da oynamadığımı düşündüğüm basketbol sporunda zamanında kullandığım birçok üç sayılık atışı itinayla sayıya çevirmişliğim olsa da, sevgili validemin, üçlük atarak maçı kazandırmasını hasretle beklediği oğlu tabii ki ben değil; annemin kendisine “fahri evlat” unvanı vererek Subaşı ailesinin önemli bir ferdi yerine koyduğu 80’lerdeki Yugoslavya basketbolunun tartışmasız en saf yeteneklerinden, en büyük yıldızlarından birisi olan basketbolun Mozart’ı lakaplı Dražen Petrović’ti.
Kendisinin ortalama bir Türk ailesi tarafından bu kadar içten, bu denli gönülden desteklenip o ailenin sanki bir üyesiymiş gibi adeta pamuklara sarılmasının tek nedeni sadece döneminin en ışıltılı yeteneklerinden birisi olması değildi elbette. Basketbol sporundaki dillere destan meziyetlerine eklediği mütevazı kişiliği ve sevimliliği kendisine gösterilen bu doğal ilginin ve duyulan destansı hayranlığın en önemli kaynaklarındandı.
Yeni nesil kuvvetle muhtemel bilemeyecektir ama bir zamanlar yani imamesi kopmuş tespih taneleri gibi dağılmadan önce Yugoslavya isminde son derece önemli, bireysel ya da takım sporu fark etmeksizin sporun her dalında müthiş yıldızlar yetiştirebilen ve bu yönüyle de kıta Avrupa’sının adeta “yetenek fabrikası” haline dönüşen gözde bir Balkan ülkesi vardı bu dünyada. Şimdilerde birbirleriyle kanlı bıçaklı olan Sırp’ı, Hırvat’ı, Sloven’i, Boşnak’ı, Makedon’u var olan tüm farklılıklarını ve rahatsızlıklarını bir tarafa bırakarak bir araya geliyorlar, ortak bir hedef uğruna, ki özellikle de uluslararası spor müsabakalarında, tüm yeteneklerini görkemli bir şekilde birleştirebiliyorlardı.
İşte bizim Drazen Petrović’imiz bu Balkan koalisyonunun tartışmasız en önemli elçisi ve yüzü idi. Formasını terlettiği takımlarla birlikte elde ettiği büyük ve ışıltılı zaferler bu yetenekli delikanlıyı sadece ülkesinde değil, dünyanın her yanında destekleyen büyük bir hayran kitlesinin de oluşmasını sağlamıştı. Popülerliği ve tarifi imkansız basketbol yeteneği sayesinde kendisini Birleşik Devletler’e yani basketbolun er meydanı olan NBA’e de taşımış olan Petrović, ilk zamanlarında uyum problemi çekse de birkaç sezon sonra formasını giyeceği New Jersey Nets takımıyla orada da büyük hayranlık uyandıracak sükseli başarılara imza atmayı başarmıştı..
Ancak bu nefis başarı hikayesi 7 Haziran 1993 günü hız sınırının olmadığı puslu bir Almanya otobanında dünya spor tarihine geçecek elim bir kaza ile son buldu ne yazık ki..Balkanların bu harika çocuğu, Almanya’nın bir dönemler en kıymetli golcülerinden birisi olan Oliver Bierhoff’la şimdilerde evli olan Klara Szalantzy’nin acemi şoförlüğünün ve kullandığı o güvensiz otomobilin kurbanı oldu ve onun bu erken ölümü ile birlikte de sadece bizimkiler değil, başta kendisinin memleketi olan Hırvatistan olmak üzere tüm dünya halkları büyük acılara, kederlere boğuldu.. Avrupa basketbolunun gelmiş geçmiş en parlak yıldızlarından birisi olan Dražen Petrović’in bu zamansız kaybı dünya sporu için bugün bile hala yeri tam olarak doldurulamayan derin bir boşluğa sebep oldu. ”Her ölüm erken ölümdür!” derler ya, işte Petroviç’in ölümü tam anlamıyla erken bir ölüm olmuştu ne yazık ki.
Hatırlıyorum da, fahri ağabeyimin zamansız ölümüyle birlikte çocukluğumdan koca bir parça da gözyaşlarım eşliğinde yitip gitmişti sanki. Onun ölüm haberini aldıktan sonra haftalarca tuttuğum yas, aynı zamanda kaybettiğim çocukluğumun da yasıydı belli ki. Sonra Black Mamba Kobe, geçen yıllarda da Tanrı’nın eli, muhteşem Maradona’nın zamansız vefatlarıyla gençliğime ve o güzel günlerime dair birçok hatıram da tıpkı çocukluğum gibi ardı ardına çekip gittiler. Muhteşem yazar Goethe Faust adlı o ünlü eserinde “Dur ey zaman! Ne güzelsin!” der ya. Hayır “zaman”, asla ama asla durma! Durma ve mümkünse eğer geriye doğru hızlıca yol al. Zira artık o kadar çirkin ve acımasızsın ki…
Drazen Petrović’in unutulmaz anısına sonsuz saygıyla…
Uğur Güney Subaşı.