Daha önce tarım üzerine yazdığım yazılarda TÜSİAD’ın raporlarından bahsetmiştim. 2020 yılı şubat ayında açıkladıkları son raporda “Sözleşmeli Tarım Modelinin” genişletilmesine yönelik önerileri vardı. İlk bakışta bu model üretici sorunlarını çözecekmiş gibi bir izlenim verse de işin aslı öyle olmuyor. Ülkemizde “Sözleşmeli Üretim” modelinin en eski uygulandığı kesim, Şeker Pancarı üreticileri, tütün yetiştiricileriydi.
Burada sözleşmenin bir tarafı devlet olduğu için ve devlet bu kadar dejenere olmadığı dönemlerde model eksiklerine rağmen uygulanabilirdi. Şimdi ona da rahmet. Sözleşmeli üretim modeli ülkemizde özellikle de domates üreticilerinde adeta “sözleşmeli sömürü” modeli olarak uygulanmaktadır.
Nasıl mı?
Birincisi ürün fiyatlarının belirlenmesinde üretici kesimin hiç bir pazarlık gücü olmadığı gibi görüşü bile alınmamaktadır. Fiyatlar salça üreticilerince ortaklaşa belirlenmektedir. Sözleşme fiyatları genellikle ocak ayı içerisinde açıklanır. Bu fiyatlara göre çiftçinin ağzına pamukla su verircesine bir rakam belirlenir. Ancak belirlenen rakam istikrarsız bir ekonomik yapıya ve bir kişinin ağzından çıkacak söze bağlı ekonomimizde hiç bir anlam ifade etmez. İkinci aşamada sözleşmeler imzalandıktan sonra üreticiden bir açık senet alınır. Bu açık senet üreticiye verilecek fide, gübre, ilaç ve avans gibi fabrikanın vereceği girdilere karşılık teminat senedidir.
“Fideyi sizden almıyorum. Ben kendim yetiştireceğim” diyemezsiniz. Fabrikaların belirlediği çeşitlerden ve onların size temin edeceği fidelerden dikmek zorundasınız. Hadi bu da sözleşmeli tarım modelinin ruhuna uygun. Şimdi zurnanın zırt dediği yere geliyoruz. Ürettiğiniz ürünün teslim aşamasında üreticiyi koruyacak hiç bir güvence yok. Fabrika kantarına götürdüğünüz domates tartımdan sonra kalite kontrole girer. Burada belirlenecek fire oranıyla domatesinizi teslim etmek zorundasınız. Fireye itiraz hakkınız yok. İtirazınız ancak ürünü fabrikaya teslim etmemekle olabilir. Ama borçlusunuz. Sonra getirdiğiniz ürün taze sebze. Bir gün bile kamyon ve römorkta kalması size daha büyük bedel ödetir. Çaresiz teslim ediyorsunuz. Bazı fire oranlarında fabrika ürünü hiç almayıp geri çeviriyor. Elbette teslim için getirdiğiniz üründe, yeşil domates, çamur ve sap artıkları olacak. Buna karşılık makul bir fire yada gerçekten kaliteye göre bir fire kabul edilebilir. Ancak bu işin hiç bir objektif ölçüsü yok. Örneğin A fabrikasından %20 fire oranıyla reddedilen bir domates kamyonu T fabrikasında %8 fireyle içeri girebiliyor. Bu örnekten de görülebileceği gibi kalite kontrol aşamasında üreticiyi koruyan yada ölçümün objektifliğini sağlayacak ne bir yasal düzenleme nede kontrol edip yaptırım uygulayacak bir yasa var. Bu durumda üretici tamamen sahipsiz ve sömürüye açık bir halde. Hatta öyle ki kantarcıyla bir sorun yaşadıysanız, ya da fabrika teknik elemanlarıyla bir sorununuz varsa yandığınızın resmidir.
Bütün bu aşamaları geçtiniz ürününüzü teslim ettiniz. Sıra ürün bedelinde. Sözleşmeye göre %50 peşin kalanı da ekim, kasım, aralık gibi farklı zamanlarda ödenmek üzere düzenlenmiş. Zaten teslim ettiğiniz ürünün peşin olan kısmı borcunuza mahsup ediliyor. Kalanı için bekleyeceksiniz. Öyle çek, senet istemek yok. İsteseniz de verecek kimse yok. Hal böyle olunca tamamen fabrika sahibinin inisiyatifine ve niyetine bağlısınız. Geçmiş yıllarda ürün bedellerini bir yıl ödemeyen birçok fabrika vardı. Hatta bunların bazıları ürün bedeli olarak salça verdi.
Uzun lafın kısası salça fabrikaları ve üretici hep bir rövanş duygusuyla hareket ediyor. Ancak ipler fabrikanın elinde. Daha birçok olumsuz örnek sayabilirim. Bütün bunlardan sonra “ O zaman çiftçi de domates ekmesin” dediğinizi duyar gibiyim. Pazar üretimine odaklanmış, monokültür tarım egemen hale gelmiş, girdilerin çok yüksek olduğu bir ortamda birinci sınıf tarım alanlarında üreticinin başka bir alternatifi bulunmuyor. Kira bedellerinin 750-1000 TL arasında değiştiği tarım arazisinde üreticinin ekebileceği başka bir ürün deseni kalmıyor. Kısacası bu koşullarda domates üreticisi, fabrikaya, tarla sahiplerine, ilaç ve gübre firmalarına kölelik yapıyor. Kendisi de boğaz tokluğuna çalışıyor. Bir kez tökezlerse de belini doğrultamıyor.
Çiftçi her türlü olumsuzluk karşısında da “seneye inşallah” deyip sineye çekiyor. Ziraat Odaları ve diğer çiftçi birlikleri ise üretici kesimin üzerinde asalak gibi yaşamaya devam ediyor. Sofranızda yediğiniz salçanın arkasında çok büyük zorluklar var. Mağduriyet var. Sömürü var. Bütün bunlar ne zaman düzelir derseniz; otuz yıldır duyduğum bir cimle ile cevap vereyim;
“Seneye İnşallah.”
Cevdet AYAN