Şimdilerde mumla aradığımız o güzel, o insani dünlerimizde Adana’nın birçok semtinde olduğu gibi bizim emektar Namık Kemal Mahallesi civarında da bol miktarda bulunan yazlık sinemalardan birisinin bakımsız beyaz perdesinde birbiri ardına patlayan öfkeli yumruk darbelerine; yaşadığı müstakil ve mütevazı evinin damından o sinemada oynayan filmleri rahatlıkla izleyebildiği için en azından bu konuda aynı mahalleli arkadaşlarına göre kendisini son derece şanslı addeden 8 yaşındaki çelimsiz bir çocuğun ev halkının artık alıştığı o çılgınca bağrış çağrışlarıyla birlikte biraz da Çukurova’nın sıcak geçen yaz gecelerinin kendisine sunduğu hoşluktan da faydalanarak “dam karanlıklarında” özgürce savurduğu çocuksu yumrukları eşlik ederdi her defasında.
Kim bilir, belki de, doğuştan veya sonradan başına gelen tüm dezavantajlarına rağmen ringte her defasında ayakta kalmayı başararak Philadelphialı basit bir “sokak serserisi” olmadığını hem kendisine, hem de maçlarını izlediğini bildiği utangaç sevgilisine, daha sonraları endişeli eşine, ama kendisinin yanında durmaktan bir an bile vazgeçmeyen vefakar Adrian’ına ispat etmek isteyen, yetenekleri korkularından çok daha güçlü ve büyük olan yürekli bir boksörle uzaktan da olsa o sıcak Çukurova gecelerinde kurulan bu müthiş özdeşlik sayesinde, damdaki Adanalı çocuğun da, her ne kadar idolünün aksine kendisinin korkuları yeteneklerinden çok daha büyük olsa da, aslında sıradan bir çocuk olmadığı gerçeğinin hem kendisine hem de o yıllarda haklı olarak kendisinden pek de umutlu olmayan arkadaşlarına ve ailesine ispat edilmesinin bir şekilde yolu açılıyordu.
Zaten, her sıkıştığında sadece ringin iplerine değil, umutlarına ve hayallerine de tutunarak tüm bedeni, tüm ruhu ile sonuna kadar direnen, yılmayan ve bu dillere destan inadı sayesinde de başta kendisi olmak üzere ringdeki kapışmalarına tanıklık eden herkesin kendisine ve en kıymetlisi de mücadelesine saygı duymasını sağlayan İtalyan aygırı Rocky Balboa’nın yıllara meydan okuyan bu efsanevi serüvenlerinin Çukurovalı damdaki çocuk başta olmak üzere dili, dini, ideolojisi, yaşı ve cinsiyeti fark etmeksizin hemen hemen her kıtadan, her ülkeden milyonlarca insanın nazarında bu kadar özel ve kıymetli kılan faktör de, aslında özü itibarıyla “underdog” bir boksör ve hatta “insan” olan kendisi ile milyonların kurduğu bu masumane, bu naif özdeşlik olmuştur.
İşte 1976 yılında, yani “damdaki çocuk” daha doğmadan çekilen ve 1977 yılında, yani “damdaki çocuk” doğduğunda, en iyi film dalında Oscar kazanan ilk Rocky filminden bu yana, üstelik olağanüstü gelişen teknolojinin tüm nimetlerinden sinema sektöründe faydalanılmasına rağmen, çekilen hiçbir boks filminin ve hatta kendi elimi görüp arttırıyorum, hiçbir spor filminin, senaryosu Stallone’ye ait olan bu efsane filmin yarattığı olağanüstü etkiyi yaratamamış olmasının altında, söz konusu bu masumane özdeşliğin ya da bağın diğer filmlerle ya da o filmlerin kahramanları ile en azından şimdiye kadar bir türlü kurulamamış olması yatmaktadır.
Peki ya büyük bütçelerle ve dönemlerinin en gözde aktörleri ile çekilmelerine rağmen hemen hemen hiçbir filme nasip olmayan ve adeta yıllara meydan okuyan bu efsane özdeşlik nasıl bu kadar “özel ve geçilmez” bir biçimde kurulabilmiş ve nesilden nesile aktarılması sağlanabilmiştir? Bu filme kadar sadece birkaç düşük bütçeli filmde küçük roller oynayan Stallone’nin bu filmde sergilediği müthiş oyunculuk performansı sayesinde mi, bugün bile dünyanın her tarafındaki fitness salonlarında hala çalan ve eminim ki birçoğumuzun ilk şınavını çekerken, ilk mahalle kavgasına giderken motivasyon amaçlı dinlediği o müthiş “soundtrack”i ile mi, bir boks filminin içine yedirilen harika bir aşk hikayesinin kusursuza yakın bir biçimde anlatılmasıyla mı, yoksa o ana kadar kaleme alınmamış nefis senaryosuyla mı?
Galiba bunların hepsi ile!…Zira büyük fedakarlıklarla çekilen Rocky, ne kadar güçlü veya hızlı yumruk atıldığının aslında önemli olmadığının, önemli olanın yenilen güçlü yumruklardan sonra ayağa ne kadar çabuk kalkabilmek olduğunun; yani başka bir ifade ile önemli olanın dövüşteki adamın cüssesi olmadığının, dövüşün adamdaki cüssesi olduğunun sıra dışı bir destanıydı, akılla seza senfonisiydi, nefis müzikleriyle, kusursuz kast seçimiyle, doğallığıyla, çekildiği şehirle, naif aşk hikayesiyle ve her bir sahnesi Stallone tarafından adeta bir nakış gibi işlenen dövüş sahneleri ile adeta bir “sanatsal konsorsiyum”du.
Kimi bu muhteşem konsorsiyumdan Adrain’in her yanından doğallık fışkıran utangaçlığını alırken, kimi de Apollo’nun Muhammet Ali’den aşırılma küstahlığını ya da pervasızlığı, hınzırlığı ve hafif meşrep yapısıyla Philadelphia’da küçük çaplı bir kariyer inşa etmiş olan kayınbirader Paulie’nin o şapşal ve tabii komik hallerini kendisine almıştı.
Beyaz perdede atılan yumruklarla kendinden geçen damdaki çocuğun bu konsorsiyumdan payına düşen ise; insanı hem bokstan hem de sportif rekabetten soğutan korkunç fizik kuvvetine enjekte edilen yüksek dozdaki “Sibirya” dopingi sayesinde kusursuz bir “dövüş makinesine” dönüşen Rus boksörün attığı yumruklarla kimsesiz bir çocuk gibi iplere sığınmak ve orada çaresizce direnmek zorunda kalan Rocky’nin, üzerine yağan bu azap sağanağından bir anlığına da olsa başını kaldırarak başta güçlü rakibi olmak üzere kimselerin beklemediği bir anda sürpriz bir yumruk çıkartarak kendisini yenmek için değil, adeta öldürmek için ringe çıkmış olan insan görünümlü azmanın kaşını açması ve onu ilk defa kanatması olmuştu. Çünkü atılan o efsanevi kontra yumrukla güçlü rakibin mükemmel işleyen bir Sibirya makinesi değil, kusurları, zaafları olan ve her şeyden önemlisi de “kaybedebilen” bir insan olduğu ortaya çıkmıştı.
Doğduğundan beri favorilerle, güçlülerle, yenilmez, düşmez sanılan “kusursuz makinelerle” hep bir derdi, hep bir alıp veremediği olan damdaki çocuğun bu harika filme geçip giden zamandan bağımsız olarak bu kadar içten bir şekilde vurulmasının ana sebebi işte buydu. Zayıfın güçlüye, “underdog”un favoriye, haklının haksıza, düşenin ayaktakine olan “öngörülemeyen”, “beklenmeyen” darbesi, yumruğu ve tabii ki de önü alınamayan İSYANI.
Harika bir yazı…Kaleminize ,emeğinize sağlık…