BURASI İSRAİL TÜRKİYE DEĞİL!

AnalizPolitika

Written by:

Bugünlere nazaran eğlence ve iletişim seçeneklerimizin son derece kısıtlı ve yavan olduğu o durgun 90’larda babamla beni en fazla eğlendiren ve elbette heyecanlandıran aktivite zamanla bizim için iki haftaya bir birlikte katıldığımız bir “pazar ayinine” dönüşen Adanaspor maçlarına gitmek ve orada “kendinden gergin” on binlerce asabi Adanalıyla birlikte aynı turuncu – beyaz çılgın koronun baba oğul birer parçası olabilmek olurdu.

Maça bilet bulamama ihtimalinin o çocuk ruhuma sızan derin korkusuyla, bilet bulup birazdan başlayacak sportif şölenin bir parçası olacak olmamızın sonsuz heyecanının ancak “taraftar” olanların sabredebileceği uzun ve çileli bilet kuyrukları gibi “dip dibe” yaşandığı o maç önlerinde, zaten insanın hayallerini eriten meşhur Çukurova sıcaklarıyla iyiden iyiye bunalan ve bir nebze de olsa maçın havasına girebilmek için çaktırmadan da olsa heyecan arayan Adanalı taraftarlar stat çevresinde görev yapan polislerle önce azar azar atışmaya, ihtiyaç olunan “kontak” sağlandığı anda da kitleler halinde kapışmaya başlarlardı!

Toplumun hizmetinden “Saray”ın hizmetine ivedilikle atamaları yapılan şimdilerin “kolluk milisleri”nin aksine o dünlerin polisleri, belki de maç öncesi taraftarları pek de hırpalamamak adına, oldukça müsamahalı davranırlar, ancak yine de mesleki alışkanlıklarndan olsa gerek büyük bir çabayla kurulan o turuncu beyaz kontak davetine coplarıyla birlikte icabet etmekten de hiçbir zaman çekinmezlerdi!

Taraftarların polis copuyla olan o ihtişamlı imtihanları maç öncesinde onlara “ses tellerini” açma ya da kontrol etme fırsatını sunduğu gibi “burası Türkiye İsrail değil!” tezahüratını yaparak da bir anlamda o sert tavırlarından dolayı polise toplu halde sitem etmelerinin imkanını da sağlardı.

Düşünüyorum da demek ki o dönemler, zulümle, zalimlikle İsrail devletinin bir arada anıldığı, haksızlıkta hız sınırını geçen bazı devletlerin bu konuda “olağan şüpheli” İsrail devleti ile kıyaslandığı ve hatta onun koltuğuna talip olduğu yakıştırmalarının yapıldığı dönemlerdi ve bu yüzden de insan hak ve hürriyetlerine yönelik ne vakit resmi bir saldırı gerçekleşse sağcısı solcusu ya da taraftarı tüm mağdurlar aynı ulvi slogan etrafında birleşiverirlerdi; “Burası Türkiye İsrail değil!”

Demokratik Yerel Yönetimler Kurulu üyesi Sevil Rojbin Çetin’e Diyarbakır’daki evinde reva görülen içerisinde köpeklerin de kullanıldığı vahşi işkenceye dair sosyal medyaya düşen korkunç haberler ve fotoğraflar gösteriyor ki, İsrail olma hakkını çoktan kullanmış İslami soslu faşist bir yapılanmaya doğru hızla evrilen ve hatta son yıllarda tanık olduğumuz dehşet görüntüleri ile bu konudaki dönüşümünü hızla tamamlamış görünen oldukça tehlikeli, gaddar ve kindar bir aklın egemen olduğu devlet anlayışı ile baş başayız, yan yanayız ve tıpkı o maç günlerinde olduğu gibi dip dibeyiz!..

Belli ki başta Kürtler olmak üzere kendilerine ve kurmuş oldukları şaibeli düzenlerine biat etmeyen, etmedikleri gibi de o kirli düzen açısından potansiyel tehlike olabilecek herkesi ve her şeyi mücadele edilmesi gereken muhalifler olarak değil; yok edilmesi gereken düşmanlar olarak görecekler ve bu yerli ve milli kutsal savaşlarında sadece insanlar aleminden besleyip palazlandırdıkları adi “çakallarını” değil; hayvanlar aleminden eğittikleri köpeklerini de masum insanların üzerine salmaktan asla çekinmeyecekler.

“Susuz çok kaldık. Yağmur yağınca bir leğene ip bağlayıp dışarıya atıyordum. Leğen yağmur suyuyla dolunca yavaşça iple geri çekiyordum. O suyu verdim çocuklarıma” demişti Şırnaklı bir Kürt anne. Sadece o vahşi köpeklerinizi değil, hayvanlar aleminden istihdam ettiğiniz tüm yırtıcılarınızı da kapılarına dayasanız yağmur suyuyla evlatlarını besleyen böylesine dirayetli ve inatçı bir halka asla diz çöktüremezsiniz inanın bana. Dolayısıyla ne kendinize ne de bu güzelim vatana daha fazla yazık etmeden gelin rotanızı hukukun, demokrasinin ve özgürlüklerin yoluna kırın. Kürtleri kesilmesi, törpülenmesi ve hatta zamanı ve yeri geldiğinde yok edilmesi elzem olan birer “fazlalık” ve “aşırılık” olarak görmeyi bir kenara bırakın.Aksi halde Kürde gökyüzünü haram kılarak varacağınız yer, dil, din, ırk, ideoloji fark etmeksizin tüm yurttaşların mutsuz ve de umutsuz bir ülkede yaşamasına yol açmak olacaktır ki, bu tehlikeli gidişatın sonu İsrail topraklarında “burası İsrail Türkiye değil!” Sloganının atılmasına kadar da varacaktır!..

Uğur Güney Subaşı. Temmuz 2020. Adana.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir