O fiyakalı mavi üniformasından devşirdiği kahredici resmi güç sayesinde kolayca etkisiz hale getirerek boylu boyunca teslim aldığı bir insanın en az 20 defa “nefes alamıyorum!” inlemelerine zerre aldırış etmeden, sırf derisinin rengi kendisinden farklı diye büyük bir öfke duyduğu, bir tutam nefese muhtaç hale getirdiği bu insanı “dizini bir silah” gibi kullanarak adeta “dinlene dinlene”, “göstere göstere” ve tabii “havasını ata ata” katleden ruh hastası polis memuru Derek Chauvin’in bu kifayetsiz hallerinin o sırada yanında bulunan meslektaşı tarafından görüntülenmesiyle birlikte sadece Birleşik Devletler halkları değil, insanlığın çocukluk hastalığı sayılan bu ırkçılık belasından fazlasıyla bıkıp usanmış tüm dünya milletleri de “Black Lives Matter” sloganı altında birleşerek Covid belasına rağmen günler, haftalar ve aylar süren büyük protesto gösterileri düzenlemişlerdi.
Ki hatırlanacağı gibi, çoğunluğa mensup olanların o kahrolası dizlerinin altında yıllardır hayatta kalma savaşı veren milyonlarca “nefes alamayan” Amerikalının imza attığı o etkili toplumsal tepkilerin yükselttiği dalgalar, kısa sürede tüm ülkeyi sular altında bırakan koca bir tsunamiye dönüşerek Amerikan siyasal geleneğinde pek de yeri olmadığı üzere mevcut çılgın başkan Trump’un bir 4 yıl daha Beyaz Saray’da kalma hayallerini sonsuza kadar ertelemesine sebep olmuştu.
Oysa Amerika’dan farklı olarak, ayağını gazdan çekmemekte inat eden örgütlü kötülüğün ve vahşiliğin hayatın her alanına arsızca çıkarma yaptığı bizim gibi az gelişmiş ve laf aramızda gelişmeye de pek niyeti olmayan ülkelerin “nefes alamayanları” açısından durum hiç de parlak gözükmemektedir. Zira, memleket sathında vizyona sokulan her türden kötülüğe karşı gösterilen cılız ve gönülsüz tepkilerin, hani bırakın Birleşik Devletler’deki gibi giderek artan boyutta bir tsunami etkisi yaratmasını, yeni yetme aşıkların birbirlerinin isimlerinin ilk harflerini kalp içerisinde kuma yazdıkları o sahil yazılarını bile silmekten aciz küçük dalgalar etkisi bile yaratamadığı açıkça görülmektedir.
Çünkü ırkçılığın ve mezhepçiliğin Atlantik ötesine oranla çok daha şiddetli bir biçimde yaşandığı bizim buralarda, nefes alamayan geniş kalabalıkların nefes alamamalarından daha ziyade o nefes alamayanların etnik ya da dinsel kimlikleri etrafında “makbul vatandaş” olup olmamaları çok daha önem arz etmektedir kahir ekseriyet açısından!..
Dolayısıyla giderek Demirtaş ailesiyle tepeden tırnağa simgeleşen Kürt siyasi hareketinin devlet eliyle açık açık boğazlanmaya çalışıldığı şu karanlık, nefessiz günlerimizde, bu hukuksuzluğun, bu adaletsizliğin hayatın genel akışı içerisinde gayet olağan, anlaşılabilinir karşılanması pek de şaşırtıcı olmasa da, çokça da acıtıcıdır bizim gibi “his” istihdam eden az sayıdaki nefessizler ve kimsesizler açısından.
Bu direniş hikayesi istenilen başarıyı sağlayamazsa eğer, yani Kürtler 21. defa “nefes alamıyoruz!” cümlesini artık söyleyemez hale gelirlerse eğer, kabul etmek gerekir ki o vakit yerde boylu boyunca, hareketsiz olarak yatan sadece Kürtler olmayacaktır; etnik ya da dini kimlikleri fark etmeksizin koca bir ülke de bu nefessizliğin kurbanı olarak o yerden kalkamayacaktır.
Tüm bu tatsız olasılıklar dahilinde yine de enseyi karartmamakta fayda vardır diyorum. Ne türden haksızlıklarla sınanırlarsa sınansınlar böylesine kadim ve inatçı bir halkın o malum “diz”in ya da “diz”lerin nefeslerini kesmesine hiçbir koşulda izin vermeyeceklerine olan itimadım hiç olmadığı kadar tamdır. Zaten bu yalnız ve güzel ülkeyi esenliğe kavuşturacak olan da mazlumların zalimlere karşı ortaya koyacağı bu boyun eğmeyen, diz çökmeyen dirayetli tavırları olacaktır.
Uğur Güney Subaşı. Aralık 2021, Adana Başkanı bırakın.