Benim Adım Osman Kavala

Analiz

Written by:

Benim adım Osman Kavala. Tarihi Gezi Parkı direnişi sebebiyle önce tutuklanan; ancak daha sonra hakkında açılan davadan suçsuz bulunarak 2020 yılında beraat ettirilen, büyük bir sevinçle tam tahliye hazırlıkları yaparken kendisini ne olursa olsun içeride tutmak için hukuk uydurmaktan zerre çekinmeyen ve de tabii utanmayan saray yargısının “ayak üstü” uydurduğu saçma sapan casusluk hikayeleri sebebiyle, üstelik aynı gün içerisinde, yeniden tutuklanarak bu sefer de önceden beraat ettiği Gezi Davası’ndan müebbet hapse mahkum edilen ve bu sebeple de tam 6 koca yıldır demir parmaklıklar ardında “siyasi bir tutsak” olarak yaşamaya çalışan “sakıncalı bir burjuvayım” ben.

Fakat sadece mahkum bir “sakıncalı burjuva” değilim ben. Az sayıda da olsa cari iktidara muhaliflik yapma hevesinde olabilecek olası iş insanlarına karşı, bu tehlikeli tercihin ya da siyasi pozisyonun kendileri ve tabii özgürlükleri açısından ne gibi sonuçlarının olabileceğinin hem kendilerine hem de onların sevdiklerine gösterilmesi bakımından gayet etkili ve kullanışlı bir simgeyim de aynı zamanda. Tıpkı Selahattin Demirtaş’ın, kimlik bilincinde ısrar etmeye devam eden diğer muhalif Kürtler için; tıpkı Mehmet Baransu ve Merdan Yanardağ’ın, mesleğini doğru bir şekilde yapmaya çalışan diğer gazeteciler için, tıpkı Selçuk Kozağaçlı’nın adalet peşinde koşan diğer hukukçular için gayet etkili simgeler oldukları gibi..

Oysa sizin de kolayca tahmin edeceğiniz üzere, sırf ”paşa gönülleri ve reisleri öyle istiyor!” diye hakkın, hukukun ve de hakkaniyetin ırzına geçme pahasına saçma sapan, akıl ve mantık dışı gerekçelerle bir mapushane griliğine yıllardır mahkum olmak yerine, tıpkı memleketin tüple çalışan diğer “tuzu kuru” ihaleci zenginleri gibi devletin hazinesine sırtımı yaslayarak tüm yaşamımı paramla birlikte malımı ve mülkümü keyifle sayarak Avrupa’nın ve dünyanın en medeni ülkelerinde özgürlüğümün ve zenginliğimin tadını doyasıya çıkartabilirdim. Takdir edersiniz ki sahip olduğum maddi imkanlarım böyle konforlu bir hayatı yaşamamı bana kolayca sağlayabilirdi.

Ancak ben bu konfor alanında “Aman Ali Rıza Bey, akşam akşam ağzımın tadı bozulmasın!” mottosuyla rahatça yaşamayı istemedim. Neredeyse tüm yoldaşlarının zamanın “devletçi” ve “işbirlikçi” köylüleri tarafından ihbar edildiğini unutarak idamları öncesinde son mektuplarını “Yaşasın Köylüler!” diye bitiren gözü kara devrimciler gibi ben de, sosyal medyadaki küçük bir azınlığın dışında, olası bir mahkumiyetimi zerre umursamayacaklarını ve hatta uğramış olacağım sarih hukuksuzluklardan haberdar dahi olmayacaklarını çok iyi bilmeme rağmen ben yine de bu vefasız ve duyarsız toplumun daha özgür ve mutlu olması için elimden gelen her şeyi yapmaya devam ettim ve bedeli ağır olsa da bu ölümcül tercihlerimden dolayı hayatımın hiçbir döneminde pişman olmadım. Efsane Gönül Yarası filminin öğretmen Nazım’ının Piyare’sine dediği gibi; “Ben yine dünyaya gelsem, yine bu şekilde davranırdım!”

Çünkü ben, sivil toplumun adeta emekçisi, gözü kara bir neferi olmayı tercih ederek kendisini bu toprakların insanına ve kültürüne adayan ve belki de gücünü bu “sakıncalı” hallerinden alan Osman Kavala’yım. Yıllardır sınandığm akıllara seza “hukuksuzluk rallileri” sebebiyle beyin ölümü çoktaaan gerçekleşmiş memleket yargısının hal-i pürmelalini anlatması açısından nefis bir ibretlik hikayeye sahip olması hasebiyle belki de toprakların görmüş olduğu ender “sakıncalı burjuvalardan” birisiyim.

İşte tam da bu sebeple Soros’un kim olduğu konusunda hiçbir fikirlerinin olmadığını, hani kendisini yolda görseler tanımayacaklarını çok iyi bildiğim çoğu cahil ve kötü niyetli insanlar tarafından ısrarla “Kızıl Soros”lukla itham edilmeyi göze alarak günde “beş vakit abdestli yalanlı” malum dinbazların kurmuş olduğu cari suç ve haram şebekesine asla destek olamazdım, onların imza attığı bu rezil hukuksuzluk deryası karşısında diğer tuzu kurular gibi susup sinemezdim. Bunu kendime anlatsam, düşmanlarımızı bile kendisine hayran bırakan bir vakurlukla yıllardır yolumu gözleyen canım Ayşe’me, kıymetli eşime anlatamazdım.

Hulasa tıpkı Baransu kardeşim gibi, tıpkı “Eğer zindanda yaşamımı yitirirsem, yoldaşlarıma vasiyetimdir. Tabutumu da dik çıkarın!” diyecek kadar yiğitleşerek sadece boyun eğmeyen Kürtlerin değil, giderek tüm ülkenin Mandela’sı haline dönüşen Demirtaş yoldaş gibi içeride “gururla bakmayı” dışarıda “utanarak” bakmaya tercih ettim. Tüm baskılara rağmen onurumu özgürlüğümle bozdurmadım. Çünkü bir gün özgürlüğüme yeniden kavuşursam eğer, kimseye boyun eğmemenin haklı gururuyla alnı açık, başı dik olarak çıkacağım bu maphushane damından.

(Bu yazı benim tarafımdan yazılmış bir kurgudan ibarettir.)

Uğur Güney Subaşı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir