Elbette değiller. Ama bu dünyanın genelinde hükümleri pek okunmasa da bu ülkede onun “elçisi” olmaya küstahça niyetlendikleri son derece açık! Zaten Sedat Peker’in kısa bir zaman zarfında viral haline dönüşen videolarının milyonlarca insan tarafından bu kadar hasretle beklenmesinin, merakla izlenmesinin ve tabii üzerine hararetli tartışmaların yapılmasının sebeb-i hikmeti de, ülkeyle birlikte o ülkenin insanlarının hayatlarını da yönetmeyi ancak bu rahmani göreve kendilerini atayarak gerçekleştirebileceklerine iman etmiş ve bu uğurda nice ocakları acımasızca söndürmüş, nice garip gurebanın hayatını perişan etmiş malum tiran ya da onun replikası tiranlara karşı “Allah mısınız lan siz!” İsyanında vücut bulan bu haklı itirazdır, önü alınamayan kamusal öfkedir, bu nefes alamama halinin, bu kirli düzenin, bu korku imparatorluğunun yalnızca bir amatör kamerayla ve bir tripotla yıkılabileceğine dair hissedilen o çocuksu umutlardır.
Aslına bakarsanız bu bıçkın isyanıyla Peker;
Bir zamanlar kanlarıyla duş almanın hayalini kurduğu, ancak paylaştığı videolarda tanık olduğumuz üzere kıyısından köşesinden de olsa utanma pahasına kendilerinden özür dilediği haksız, hukuksuz bir biçimde mesleklerinden ihraç edilerek akademik dünyadan pervasızca dışlanan “barış akademisyenleri”nin, başta karizmatik liderleri Selahattin Demirtaş olmak üzere binlerce parti üyesinin hiçbir hukuki gerekçe ortaya konmadan demir parmaklıkların ardına atılarak bir anlamda “siyasi soykırım”la sınanan öfkeli ve tabii ki haklı HDP’lilerin, tek suçları, tek günahları zamanında el üstünde tutulan ve devlet katında üst perdeden bir hayli destek gören bir bankada hesap açmak olan ve bu sebeple de 15 Temmuz’dan bu yana olmadık işkencelerle hayatları karartılan, perişan edilen bir kısım cemaatçilerin, İstanbul Sözleşmesi’nin keyfi iptali ile erkek şiddetine karşı belki de tek direnme üslerinin iktidar eliyle dinamitlenmesine isyan eden çilekeş kadınların;
Gün aşırı yapılan lebaleb kongreler ve cenaze törenlerine rağmen pandeminin yol açtığı kapanmaların tüm ekonomik ve sosyal sıkıntılarını 65 yaş üstüyle birlikte adeta tek başlarına yüklenmek zorunda kalmış iflasın ve intiharın eşiğindeki tükenmiş esnafların, ittihatçı Talat Paşa göndermeleriyle bazıları açısından “soykırımın” bir seçenek olarak devletin derin aktörlerinin o batasıca zihinlerinde hala saklandığını öğrenmek zorunda kalan gayrimüslimlerin, kayıp olan 128 Milyar doların peşine düşen ve bu yüzden de olmadık yasaklarla, engellemelere karşılaşan Halk Partililerin, geçip giden zamana karşı bağımsızlıklarını, özerkliklerini ilan etmiş umutsuz işsizlerin, pişkince tasarlanmış bir oldu bitti ile üniversitelerinin yerli ve dini yeni Türkiye’nin standartlarına uygun olarak atanmış rektör eliyle sıradanlaştırılmasına isyan eden Boğaziçi Üniversitesinin korkusuz eylemcilerinin;
KHK’larla açlığa, kimsesizliğe mahkum edilen yüz binlerce emekçinin, her sözüyle, her hareketiyle, her duruşuyla “bir ekmek bir hırka” mütevazı dindarlığının nasıl olması gerektiğini başta zalim iktidarın “dindar!” mensupları olmak üzere tüm memleket Müslümanlarına bıkmadan, yorulmadan, usanmadan anlatarak hani benim gibi ezeli ve ebedi dinsiz bir adamın bile büyük saygısını ve sevgisini kazanmış; ancak bu inatları ve duruşları sebebiyle de camiler dahil memleketin her yerinde tekme tokat kovalanmış, rezil saldırılara uğramış Alparslan Kuytul ve takipçilerinin, hakkında aranılan suça hala ulaşılamadığı için hapishanelerde “rehin” olarak tutulmaya arsızca devam edilen Osman Kavala’nın ve tabii kıymetli eşinin, sevenlerinin, mesleğine ihanet etmemenin bedelini sürgünde yaşamak zorunda kalarak ödeyen hakiki basın emekçisi Can Dündar’ın, Can Dündar’ların…
Ezilenlerin, hor görülenlerin, dışlananların, haksızlığa uğrayanların, hukuk arayanların, adalet arayanların, vicdan arayanların, eşitlik arayanların, “utanan insan” arayan her kesimden herkesin, tüm kaybedenlerin, kaybetmeye mahkum edilenlerin söylemek istediklerini söylemiş, bağırmak istediklerini bağırmış, haykırmak istediklerini hani tabir-i caizse “Allah ne verdiyse” dibine kadar, sonuna kadar haykırmıştır.
İşte tam da bu sebeple, her ne kadar kendisi kısa bir süre öncesine kadar bu kirli çarkın korkusuz fedailiğini üstlenmiş olsa da, hak, hukuk tanımayan cari zalimlere karşı kendisinden umulmayacak derecede yoğun mizah desteğiyle koyduğu o “bitirim” postalarının her biri başta şahsım olmak üzere tüm mağdurların, tüm dışlanmışların, tüm öfkelilerin…Yani özetle tüm “olağan şüphelilerin” içlerinin yağlarının erimesine fazlasıyla yetmiştir.
Uğur Güney Subaşı. Mayıs 2021, Adana