Işıklar yağsın üzerine sevgili Yıldız Kenter “Sanatçı yaşadığı toplumdan kopmadan, toplumun önünde yürümeli öyle bir adım falan değil caniko önünden koşturmalı” derdi. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz sevgili Seyfi Dursunoğlu da tam bu sözün karşılığıydı. Bir bedende ayrı ayrı özellikleri taşıyan iki özgür ruhun muhteşem birleşimiydi. Gündüz gerçek bir İstanbul beyefendisi olan Dursunoğlu, hava karardıktan sonra sahnelerin en şuh, en alımlı, en azgın, en fütursuz kadını Virjin’e dönüşürdü. Müthiş bir zekanın süzgecinden geçirerek ürettiği anlık esprileri, izleyicisine saygı çerçevesinde en özel göndermeleri yaparak bir devri baştan yazdı. Pek araştırmadım ama zannederim ilk interaktif showun yaratıcılarından biri olabilir.
Memur Seyfi’den Huysuz Virjin’e
Memuriyet yaşamını bir türlü içselleştirememiş, arz edemeyen, emir-komuta zincirine uyum sağlamayan ama asıl önemli sorunu memur maaşlarının yetersizliğinden geçinemeyen biriydi Seyfi Dursunoğlu. Ramazan aylarında Direkler arası gösterilerinde boy gösterir kanto söyler küçük oyunculuklar yapardı. Parasızlığın canına tak dediği bir an 38 yaşında Seyfi, Virjin’e dönüşme kararı aldı. Öyle bir şey yapmalıydı ki diline geleni söylediği halde kimse ona darılmayacak, seyirciler dizlerine vurarak gülecek, ahlaki açıdan dozunu kendilerinin ayarladığı namus, iffet kavramlarına birer şaplak inecek ve hikayenin sonunda kimsenin kalbi kırılmayacaktı. O dönemim ünlü kulüplerinden kulüp 12 de gece saat 02:00’den sonra sahne alacaktı. Sahneye Seyfi değil Kadın çıkacaktı. Ama kimdi bu kadın? Eskilerin bütün kantocularına araştırdı. Adile Naşit’in anneannesi Küçük Virjin Seyfi’nin zekasında Huysuz Virjin oluverdi. Kadın kılığında bir erkek değildi. Gerçek bir kadındı. Hatta öyle bir kadındı ki giderek assolist camiasının en şuh kadınlarından Sevim Tuna’ya benzeyecekti. Uzun yıllar, küçük klüpler, tavernalar ve nihayet büyük gazinolarda çalıştıktan sonra showunu televizyona taşıdı. 12 Eylül döneminin en despot dönemlerinde Bülent Ersoy, Talha Özmen gibi “kadın kılığında” ve “ahlaka mugayir” sahneye çıkan erkekler yasaklandığında Seyfi Dursunoğlu sahnelerde yerini koruyordu. Ne acıdır Türkiye’nin bu en berbat dönemlerinde bile varlığını, kimliğini koruyan Seyfi Dursunoğlu vesayetten(!) kurtulmuş Türkiye’de RTÜK tarafından YASAKLANIYORDU. Yasaktan sonra o bu kez Huysuz Seyfi olarak ekranlardaydı hem beyefendi, hem feminen, hem ahlaki değerleri önemseyen, hem namus algısını alaşağı eden başka tür bir devrimciydi.
Kimseden korkmadan, kimseden çekinmeden bir bedende iki ruh taşıyan çok özel bir insanı kaybettik. Ama asıl mesele ülke olarak bizler birer birer renklerimizi kaybediyoruz. Giden geri gelmiyor, yerine yenisi konmuyor. Artık ne o cesaret var bizlerde ne o azim ne de yetenek. Yeteneği geliştiren zekadır, zekayı ise ÖZGÜRLÜK büyütür geliştirir. Özgürlüğümüz kısıtlandıkça zekamızı, zekamızı kaybettikçe yeteneklerimizi yitiriyoruz. En fenası ılık suya atılmış kurbağa gibi fark etmeden yavaş yavaş ölüyoruz.
Kadın erkek, çoluk çocuk hepimize biraz değil çokça “Huysuzluk” lazım. Ve tıpkı onun gibi ses yükseltip bağırmamız lazım:
“Atıııın…Atın… Eskimiş fikirlerinizi, kokuşmuş inançlarınızı, beceriksiz siyasetinizi, güce duyduğunuz ahlaksız korkularınızı ATIN! Huysuz cesareti gelooorr!!”
Burak Sakarya