Yarı alanınıza geçin!

AnalizPolitika

Written by:

80’lerin sonlarına doğru oynanan bir lig maçında Beşiktaş’ın yediği bir gol sonrasında o yıllarda Ali Gültiken ve Feyyaz Uçar ile birlikte Beşiktaş’ın 3 süper starından biri olan Metin Tekin’in, maçı berbat yöneten hakemin “tarafsızlığını” hızla kaybettiğini kendisine zekice hatırlatmak için tüm oyuncular kendi sahalarına geçmişken o sırada orta saha çizgisinin hemen üzerinde maçı yeniden başlatmak için bekleyen hakeme dönerek; “Sen de yarı alanına geç de maça başlayalım!” demesinin aslında ne anlama geldiğinin ya da nasıl bir zekaya tekabül ettiğinin net bir biçimde anlaşılması açısından futbol oyun kurallarına dair küçük bir bilgilendirme notu ile bu yazıya başlamamın gayet faydalı olacağı kanaatindeyim.

Efendim, benim de içerisinde yer aldığım büyük kalabalıkların asırlardır müptelası oldukları bu futbol oyununda bir takımın gol yemesi halinde maçın yeniden başlayabilmesi için sahadaki tüm oyuncuların kendi yarı alanlarında konumlanmaları gerekmektedir. Sahadaki tüm oyuncuların maçın başlamasından önceki konumlarına geldikleri hakem tarafından da onaylanırsa eğer, hakem başlama düdüğünü bir kez daha çalar ve golü yiyen takımın bir oyuncusu orta yuvarlağa diktiği topa dokunarak maçın yeniden başlamasını sağlar.

İşte Metin Tekin de özellikle Amerikan futbolu gibi son derece komplike kurallarla idare edilen bazı spor dallarına nazaran gayet basit, anlaşılır kurallarla oynanabilen futbolun bu en temel kuralından yola çıkarak maçın hakemini rakip takımın bir oyuncusu yerine koymuş ve böylelikle de futbol sahalarında çok ender rastlanabilecek harika bir protestoya imza atmıştır. Tekin’in bu enfes olay sonrasında hakem tarafından cezalandırılıp cezalandırılmadığını bilmiyorum. Kendisi bu anısını anlatırken işin sonrasını anlatmamıştı. Ancak kuvvetle muhtemeldir ki ya öfkeli bir hakem bakışı ile ya da o bakış eliyle çıkartılan kuru bir sarı kartla, tıpkı süratiyle rakiplerinden sıyrılmayı her defasında başardığı gibi, bu olaydan da sıyrılmayı bir şekilde başarmıştır bizim dönemlerin nam-ı diğer Sarı Fırtınası Metin Tekin.

Oysa muhalif insanların hayatlarını mahvetme pahasına verdikleri abuk sabuk kararlarla evrensel hukuk ilkeleri yerine, iktidarın ve tabii o iktidarın yıllardır tek sahibi olan Erdoğan’ın bekaasını gözeten malum “adalet dağıtıcılarının” tarafsızlıklarından hızla uzaklaşarak mesleklerine ihanet içerisinde olduklarını kendilerine bir kez daha hatırlatmak maksadıyla ama adliye koridorlarında ama sokaklarda onlara yönelik olarak hep bir ağızdan “Yarı alanınıza geçin de oyuna yeniden başlayalım!” dersek, diyebilirsek eğer, biz de Metin Tekin gibi bu olası protesto gösterisinden basit bir uyarı ile yırtabilir miyiz, yoksa sahaların değil, giderek sarayların “hakemleri”ne dönüşen malum hakimler tarafından “tıpkı içeride olanlarımızın başına gelenler gibi” şiddetli bir biçimde cezalandırılır mıyız?

Yine Metin Tekin eski röportajlarından birinde kendisi için: “Çok abartılmıştı o dönem, oysa futbolculuğumun yarısı saç, yarısı da bıyıktı!” demişti. Futbolculuğuna benim de tanık olduğum Tekin’in kendisi hakkındaki bu samimi tespitlerinin doğruluğu ya da yanlışlığı tartışılır elbette. Ki ben kendisi ile aynı görüşte değilim doğrusu. Her futbolseverin kendi takımında görmek isteyeceği gayet etkili bir futbolcu idi Tekin. Ancak insanların özgürlüğüne, o da kesmedi hayatlarına yönelik olarak ortaya konan bu iğrenç, bu vahşi, bu faşizan saldırılardan sonra artık iyice berraklaşmıştır ki, “dinci ve kinci” AKP iktidarı yargısının bir yarısı hoyratlığa bezenmiş hak hukuk tanımamazlıksa; diğer yarısı da artık tahammül edilemez hale dönüşen örgütlü bir kötülük halidir. Dolayısıyla evet, onlara “tarafsız” olmadıklarını, acilen hukuka, acilen vicdana ve mantığa doğru dümen kırmaları gerektiğini hatırlatmamıza yarayacak bu türden hınzır bir protesto gösterisinden zamanında Metin Tekin gibi hasarsız atlatma ihtimalimiz yok denecek kadar azdır kanımca.

Zira karşımızda gerektiğinde “yüksek yargıyı” bile ciddiye almayan, şu caaanım memleketi itinayla “milletler hapishanesine” çevirmeyi uzun zamandır kafalarına koymuş cari siyasi iradenin mahkemelerdeki “ibrikçibaşıları” haline dönüşen son derece fanatik, gözü dönmüş bir güruh bulunmaktadır. Dolayısıyla, hani Nazım Usta’nın nefis tespitinde olduğu gibi “yürek yerine idare lambası” istihdam eden ve nedense bu halet-i ruhiyelerin’den de zerre utanıp sıkılmayan bir takım hukukçu görünümlü saray yargısı memurlarının çeşitli “ikbal korkularıyla” hukuk uydurdukları, hatta hukuk uydurmaya doyamadıkları bir ülkedeki tüm toplumsal ya da siyasal gerçeklerin saray yargısı kararlarına uymak gibi “hayati” bir zorunluğu vardır artık. Saray yargısının gerçeklere ya da “futbol oyun kurallarına!” uymak gibi herhangi bir zorunluluğu, mesuliyeti kalmamıştır.

Zaten bu vahim sebepten ötürüdür ki, Kraliçe Marie Antoinette’nin kendisini yargılayan devrim yargıçlarına dönerek; “Cellatlarım, katillerim olabilirsiniz, ama yargıçlarım asla!” demesi gibi cübbelerinin her yanı sıkı sıkıya ilikli olan bu “siyasi yargıçların” da ne bizler gibi sıradan yurttaşların ne de Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Can Atalay, Mehmet Baransu, Gülten Kışanak ya da Figen Yüksekdağ gibi hani demiri bükseniz kendilerini hiçbir şekilde eğip bükemeyeceğiniz tanınmış kişilerin yargıçları olabilmeleri söz konusudur.

Uğur Güney Subaşı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir