Emin olduğum bir şey var, o da her şeyden daha belirgin: Ne tam sanayileşmiş ne de tarım toplumu olarak kalabilmiş, ikisi arasında arafta kalmış toplumun sosyal dokusu çok tehlikelidir.
Zira tarım toplumu dışlayıcı değil, çok kapsayıcıdır. Kendisinden zayıf olana el uzatır, ezmeye kalkmaz. Zaten bir kötülük yapma eğilimi olsa bile buna cüret edemez, çünkü tarım toplumu genelde sayısal olarak kalabalık değildir ve akrabalık bağları oldukça güçlüdür. Herhangi bir zayıfı ezmeye yeltenmek, onun soy birliği içinde olduğu herkesi karşısına almak demektir. Çünkü kimse, eğer özel bir sebebi yoksa, soy bağı olan birini dışlayıp kaderine terk etmez.
Tarım toplumunda kötülüğün organize olma biçimi ise sayısal üstünlükle açıklanabilir. İki grup arasındaki sayısal çoğunluk bir tarafın lehine, öbür tarafın aleyhine şekillenirse, güçlü olan taraf da işleyeceği olası cürümlerin yanına kar kalacağına inanıyorsa, işte o zaman organize kötülüğün kapıları sonuna kadar açılmış demektir.
Tarım toplumu olamadığı halde tam sanayileşememiş toplumlarda ise, insanın kötülük yapması için ona daha elverişli, korunaklı alanlar sunar. Çünkü az sanayileşmiş şehirlerde soy bağları zayıftır, çekirdek aile esastır. Bu da insana, halen geleneksel biçimde aktarılan tarım toplumunun bilinçaltı süreçlerinin etkisiyle, güç devşirebildiği bir yere sırtını dayadığı anda kötülük görünür olmaya başlar. Yapacağı kötülüğe karşılık almayacağını sezdiği anda ise cüreti artar ve kişiliğinde kendisi olamamış olmanın yarattığı bütün o boşluk kadar, karşı tarafa zarar vermeye, her önüne geleni ezmeye kalkar.
Şehir hayatının psikiyatri klinikleri bu ilkel güdülerle hasta edilmiş insanlarla doludur. Az sanayileşmiş toplumlarda zayıflık merhametle karşılık bulmaz, kötülüğün icrasına zemindir sadece.
Sözün özü, şehir hayatında yaşam savaşı veriyorsanız, en az bir alanda uzman olup güçlü olmak zorundasınız. Yoksa acımazlar, ayaklar altına alıp ezerek hasta ederler sizi.