Asırlık bastonuna dayanmış halde gayet güvenli bir şekilde tahtında oturduğunu zannederken birdenbire hakkın rahmetine doğru koşar adım yürüyen Kral Süleyman’ın hüzünlü hikayesini bilirsiniz değil mi? Hani küçük bir ağaç kurdunun Kral Süleyman’ın asasını hınzırca kemirene ve onu kırana dek bu şekilde aylarca kalmış ya kral! Ta ki bostan korkuluğu gibi küt diye yere yıkılana kadar..Bu arada Tevrat’a göre yüzlerce hanımı, yüzlerce çocuğu, binlerce saray hizmetkarı, uşakları, askerleri ve vezirleri olan Kral Süleyman’ı hiçbiri ne aramışlar ne de sormuşlar. Yokluğu hiç hissedilmemiş bile..
Sadece siyasi soykırıma uğrayan memleket Kürtlerinin değil, aklını ve vicdanını hiçbir ideolojiye ya da inanç grubuna rehin bırakmamış tüm yurtseverlerin gayet iyi bildiği malum siyasi hesaplar ve tehlikeli ihtiraslar uğruna tam 6 koca yıldır babalarından ya da bir başka ifade ile kahramanlarından “saray hukuku” eliyle zorla ayrı bırakılan eskinin iki küçük kız çocuğunun, şimdilerin ise iki yetişkin genç kızlarının ve tabii bütün bu “hukuksuz” sürecin ağır işçisi konumunda bulunan bu toprakların en fedakar, en yürekli eşlerinden birisi olan bir annenin bu korkunç süreç boyunca yaşadıklarını düşündükçe, ve hadi adını koyalım artık düşünüp düşünüp çıldırmalara doyamadıkça, haşmetli Kral Süleyman’ın kadim asasını bir çırpıda kemiren o hınzır ağaç kurdunun, ırkçılıklarının, mezhepçiliklerinin ve vicdansızlıklarının üzerinde yükselen o tehlikeli ihtiraslarını hiçbir şekilde kontrol altına alamayan bu nefret yüklü iktidarı ve onu esir almış vicdansız devlet aklını tümüyle kemirip tüketerek onların bostan korkuluğu gibi kendi üzerilerine yıkılacakları günlerin hayalini kuruyorum yatağa değil, yazıya uzandığım hemen hemen her gece.
Ki yazmakla uyumak arasında kararsız kaldığım ve tercihimi uyurken yazmaktan yana kullandığım bütün o sıkıntılı gece mesailerim boyunca, hükmetme hırsıyla başları dönen ve kurbanlarının yaşlarına bakmadan seri “vicdansızlıklar” işleyebilen bu zalimlerin bütün o ışıltılı, güçlü duruşlarının aslında hınzır bir ağaç kurdunun rutin bir mesaisi ile ansızın yerle bir olabileceğinin “yerinde” sözcüklerini istifliyorum kafamın en “ulaşılabilinir” köşelerine.
Sonra o sözcükleri özenle bir araya getirerek sabaha değil, artık tümüyle bitmiş ve yayına hazır hale gelmiş yeni yazıma uyanıyorum yazı boyunca bana huzurunu hiçbir şekilde esirgemeyen güzel Adana’nın gece sessizliğinin tanıklığında.
Ve o yazımda, kerameti kendisinden menkul haşmetli Kral Süleyman’ların kadim asalarını bir çırpıda kemirerek onları bir ağaç gibi devirecek olan o hınzır ağaç kurtlarının yollarının buram buram aydınlatılmasının biricik ve belki de tek yolunun, farklılıklarını bir kenara bırakmayı nihayet başarmış tüm mağdurların, haksızlığa uğrayan tüm ezilenlerin aynı “mağduriyet” ortak parantezine gönüllü olarak girerek kendilerini benzer zalimliklerle imtihan etmelere doyamayan Yezid’in evlad-ı manevisi olan malum soysuzlara karşı aynı boş kağıdı verip onlara meydanın öyle sandıkları, öyle hayal ettikleri gibi boş olmadığını hatırlatmalarından geçtiğini yazıyorum.
Aralarındaki o çirkin çift cama ve tüm resmi engellemelere rağmen birbirlerini deli gibi özleyen babayla kızlarının, kocayla eşlerinin, liderle takipçilerinin birbirlerinin kokusunu, cesaretini, asaletini almalarından ölümüne korkanların bu korkularını onların gerçeği ve hatta tek kabusu kılmanın yegane yolunun bu kutsal bütünleşmeden bir adım bile geri adım atılmamasından geçtiğini yazıyorum.
Sevginin, direncin, haklı ve hakkaniyetli olmanın sağladığı gücün önünde hiçbir çirkin camın, hiçbir yobaz yığınının ve onların emrindeki hiçbir mapushane duvarının duramayacağı daha bir net anlaşılsın diye yazıyorum. Umutsuzluğa ve kimsesizliğe göz göre göre esir düşülmesin diye yazıyorum.
Sonra bütün bu yazdıklarımı unutarak uyumaya çalışıyorum beni affetmesi için uykumun koynuna usulca girerek..Ancak olmuyor, ne yaparsam yapayım uykum beni affetmiyor! Affetmediği gibi üzerine istiridye gibi yapışıp kalan cezaevleri kapılarında ve avlularında büyüyen çocukların o korkunç çığlıklarını gece boyunca benim zihnimin dibinden eksik etmeyerek adeta benden intikam alıyor!
Sonra uykumla dalaşmayı bir kenara bırakarak yeniden yazmaya başlıyorum. Çünkü biliyorum ki, yaşarken ya da uyumaya çalışırken değil, yazarken unutuyorum ben. Bir kadının kocasına, bir çocuğun babasına olan o dinmeyen, o dindirilemeyen büyük özlemini ancak yazarak unutuyorum. Has-ı kelam, unutmak istiyorum ben erenler. Uyumak istiyorum eskisi gibi, herkes gibi. Ağaç kurtlarının hayatımızda hiç olmadığı o eski, o güzel sabahlara uyanmak istiyorum artık.
Uğur Güney Subaşı. Mayıs, 2022, Adana. Başkanı bırakın. Uykumu alın!