Dinsel gelenekte “İbadetin gizlisi makbuldür” denirken yardımlaşma içinde “Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek” denir.
Ancak popüler kültür ve neo liberal tür İslamiyet anlayışına saplanmış olanlar için bunların her ikisi de geçerli değildir. Onlar için geçerli olan sonu yeşil dolarların çuvallanmasıyla bitecek her türlü sömürü aracının kullanılmasıdır. Onlar için dinsel emirler ve ahlaki değerler sonunda para getirecek şekilde kullanılması mübah davranışlardır. Bunun ilahiyatçı tüccar hocalardan tutun, tüccar siyasetçilere ve iş insanlarına kadar her kesimde görmek mümkün.
Malum inananlar için onbir ayın sultanı Ramazan-ı Şerif’in bu tür, dini her türlü rantına göre şekillendirip kullanan tüccarlar için daha önemli bir değeri vardır. On iki ay boyunca din, siyaset ve ticaret madrabazlığı yapanlar İftar şovları ile bu madrabazlıklarını şirin göstermeye çalışır. Bu madrabazlar için iftar ve yardım şovlarının başarısı ihtiyaç sahiplerine ulaşılmasıyla değil basında sosyal medya kanallarında ne kadar fazla yer almasıyla ölçülür. Sağ olmasın, bizim yerel ve genel zübük basınımızda göbeğinden bağlı bu madrabazların her türlü hilelerini sahtekârlıklarını süslü resimlerle halka şirin göstermekte pek beceriklidir.
Manşetler,
“Belediye başkanı kendi elleriyle iftarda yemek dağıttı!!!
“İftar yemeği için Tosun kesmekten çekinmedi”.
“Hayırsever iş insanı ihtiyaç sahiplerine büyük bir iftar yemeği verdi. Yemekten sonra Çay verdi”
İftardaki ihtiyaç sahiplerine bakıyorsunuz şehrin yerel bürokratları ve muteberleri ön safta, yandaşlar kuyrukta, ihtiyaç sahipleri ise evde.
Bu virüs 12 Eylül faşizminin ürünü olan Türk-İslam Sentezci politikalarının sonucu. Bu sentezci yaklaşımlardan biri olan ve ben ve benim gibilerin yıllarca dikkat diye haykırdığı fetö gibi yapıları yarattı. Unutulmasın Fetö’nü egemen olduğu dönemlerde Türkçe Olimpiyatları, Abant Toplantıları ve Kutlu Doğum haftaları etkinliklerine laf söylemek için yürek yetmiyor, ilave yürek yemek! gerekiyordu.
Bugün ise sanayileşme adı altında tarım alanlarının, ormanların, derelerin kısacası yaşama dair ne varsa zenginlik adı altında talan edenler, köylünün malını bin türlü madrabazlıkla çökenler iftar şovlarıyla halka şirin görünmekte. Ve ne acıdır ki “Çalıyor ama çalışıyor” düşüncesinin egemen hale geldiği bir toplumda bu insanların yüzlerine tükürecek hiç kimse çıkmıyor.
Daha 15-20 yıl önce iğde ağaçlarının, türlü sarmaşıkların olduğu hanımeli kokularının meydana kapladığı alanda büyük bir çadırın içine tıkıştırılan insanlara sözde yardım ediliyor. Çadır bizim kültürümüzün ayrılmaz bir parçası. Göçebelik döneminden gelen, yerleşik dönemde mahkemeleriyle ünlenen, afet dönemlerinde nadir bulunan, şovlarda ise bir uçtan bir uca kurulan bir kültürel mirasımız. Unutulmasın ki Devlet Bahçeli 2002 seçim kararını Erciyes Eteklerinde Kurulu çadırda açıklamıştı. Bu günlerin yazgısı çadırda yazılmıştı.
Bir iki sözde iftar menüsünden bahsedip bitirelim. Menüde ne vardı bilmem ama ana materyallerini sayalım.
Yağı ve buğdayı Ukrayna’dan, yemi samanı yurt dışından gelenlerle beslenen hayvanların eti sütü yoğurdu ile bakliyatı Kanada’dan gelen, bir eli dinde, bir eli siyasette, iki eli ticarette olan madrabazların verdiği bir iftar yemeğinin hayrı verenlerin değil yiyenlerin olsun.
Ben yemiyorum evimde zeytin ekmeğim yeter bana.