Beddualara değen alınlar!

AnalizPolitika

Written by:

Ailenin ikinci çocuğu olmanın tüm leziz nimetlerini haylazca kuşandığım o Çukurova dünlerimde ilk ve son defa şalvar giyişim, ne manidardır ki ilk ve son defa camiye gidişimle aynı “teravi” gecesine denk gelmişti! Kadim Adana’mızın Ceyhan isimli çekilmez bir ilçesinde benimle kıyaslanmayacak derecede cami ve ibadet kültürüne aşina olan kuzenlerimin eşliğinde ve elbette sıkı gözetiminde gittiğim bir memleket camisinde, namaz kılmasını bilmediğim için, ki bu konuda herhangi bir ilerleme kaydettiğim ya da kaydetmeyi istediğim pek söylenemez!, yanlarında saf tuttuğum cami cemaatinin namaz sırasında huşu içerisinde yaptıkları hareketleri büyük bir dikkatle taklit ettiğimi, ancak sadece Allah’ın duyabileceği tonda mırıldandıkları duaları duyamadığım için de o çocuk dünyamda içimden ne geçirmişsem artık, ki kuvvetle muhtemel aileme bir şey olmamasını ya da son şampiyonluğunun üzerinden tam 14 yıl geçen müptelası olduğum Galatasaray’ın yeniden şampiyon olmasını dilemişimdir, karşılanabilmesi son derece makul olan o isteklerimi dua niyetine namaz boyunca sessizce sıraladığımı daha dün yaşanmışcasına gayet net bir biçime hatırlıyorum.

İşte o eski dünlerimden bu yana başta içerisine doğduğum Müslümanlık dini olmak üzere kendimi hiçbir dine, inanca ya da bir cemaat kültürüne ait hissetmedim. İyi bir insan olmanın amentüsünün iyi bir mümin olmaktan geçmediğini çok genç yaşlarımdan itibaren keşfettiğim için ateşten kıyasıya korkup uzak duran endişeli bir çocuk gibi rahmani dünyadan ve o hayat için yaşayan dindarların ağızlarından eksik etmedikleri bütün o tılsımlı sözcüklerden ya da cümlelerden hayatım boyunca hep uzak durdum.

İnanç dünyasıyla arama koyduğum bu dünyevi mesafeye bir santim bile olsa halel getirmeden üzerime topuyla tüfeğiyle çullanan bütün o mahalle baskıları karşısında bir santim bile olsa geri adım atmayı asla kabul etmedim, etmemeye de hala devam ediyorum.

Ancak buna rağmen, her ne kadar kendileriyle çok başka dünyaların insanları olsak da, hangi ırktan, hangi dinden ya da hangi mezhepten olursa olsunlar, dini inançlarını hayatlarının tam merkezine koyan; yaradanın huzuruna sonsuz itikad içerisinde çıkıp her ne sebeple olursa olsun ona şükreden tüm dindarlara karşı yürek dolusu saygı duymayı ve kıyısından köşesinden de olsa onları bir şekilde anlamaya çalışmayı hiçbir şekilde ihmal etmedim.

Hatta öyle ki, gecenin bayrağı gündüze devrettiği Çukurova sabahlarının en kimsesiz saatlerinde sabahın sessizliğini hünerli bir kasap gibi yarıp geçen ibadet çağrılarını kolaylıkla duymazdan gelerek o doyulamayan sabah uykusuna kolaylıkla devam edebilecekken; cami imamının, aldığı yüksek maaşı hak ettiğini tüm semte ispat etmeye çalışırcasına yüksek perdeden okuduğu o rahmani çağrılara kendimden beklenmeyecek derecede dikkat kesilerek bir anlığına da olsa kendimi “mümin” gibi düşünmeye ve hissetmeye çalıştığım zamanlar da olmuştur hani!

Ancak son yıllarda ve hatta uzun yıllardır ibadetlerini aksatmayan birer muteber mümin olduklarını fırsatını her bulduklarında başımızdan aşağıya hoyratça boca eden ve bu yüzden de heybelerinde bol miktarda “hayır duası” biriktirdiklerini arsızca iddia eden malum zalimlerin, çeşitli karanlık “siyasi” ya da “dünyevi” hesaplar uğruna başta siyasi rakipleri olmak üzere kendileri gibi olmayan, inanmayan ve de yaşamayanlara karşı bu kadar pervasızca, bu kadar düşmanca ve acımasızca davranarak bu insanların özgürlüklerine ve hatta hayatlarına paşa keyiflerine göre el koymalarını, o haysiyetli insanların bizatihi ailelerine karşı hayatı bu denli çekilmez kılmalarını gördükçe ve bu ülkede yaşayan bir yurttaş olarak da bu tahammül edilemez zalimliğin birinci elden tanıklığını yapmak zorunda kaldıkça, samimi olsun ya da olmasınlar, her şeye rağmen geçmişte tün dindarlara karşı duyduğum bütün o saygının ve kimi zaman da sempatinin kolu kanadı kırık dirençsiz bir sis bulutu gibi dağılarak bütünüyle ortadan yok olduğunu samimiyetle itiraf etmeliyim.

Zira hani çok değil, yüreğinde az biraz Allah korkusu ve sevgisi barındıranların bu denli büyük çapta adaletsizliklere imza atmış olmalarını, bu korkunç ahlaksızlık deryasının önemli birer “adası” haline gelmelerini hiçbir şekilde anlayamıyor ve kabullenemiyorum artık.

Çok uzun süredir ne onlara ne de düzenli olarak yaptıklarını iddia ettikleri ibadetlerine saygı duymadığım gibi, kendilerine hedef olarak uhrevi dünyayı seçmiş malum müminlerin güce, iktidara ve paraya bu denli ihtirasla tapınarak samimiyetsizliğin ve vicdansızlığın tüm varyasyonlarını istihdam ederek yaptıkları o ibadetlerin de sağlıklı yaşam için yapılan birer “kültür fizik hareketleri”nden öte hiçbir anlam taşımadığını gönül rahatlığıyla iddia ediyorum.

Çünkü güce, iktidara ya da paraya bu kadar ihtirasla musallat olanların yaradanın karşısına tertemiz, pirüpak bir şekilde çıkabileceklerine asla ihtimal vermiyorum. Vermediğim gibi de, bu korkunç “ikiyüzlülüğü” ya da “pişkinliği” Tanrı’yla tehlikeli bir inatlaşma, ona ve onun rahmani emirlerine karşı korkusuzca bir meydan okuma olarak okuyorum ben.

Zira çok değil, yüreğinde az biraz Allah korkusu ve sevgisi barındıran bir insanın ya da ideolojisi ne olursa olsun bir siyasi hareketin böylesine büyük çapta hırsızlıklara, adaletsizliklere ve tabii zalimliklere imza atmasının ya da atmalarının, bu korkunç ahlaksızlık ve utanmazlık deryasının önemli birer adası haline gelmiş olmasının ya da olmalarının söz konusu dahi olamayacağını tüm dinsizliğime rağmen gayet iyi biliyorum. Bilemesem bile gayet net hissedebiliyorum.

İşte tam da bu sebeple imanla yanıp tutuştuğunu utanmadan övünerek iddia ettikleri o ulvi(!) alınlarının sadece secdeye değil, yüreği tepeden tırnağa acılarla bezenmiş bu öfkeli halkın bütün o haklı beddualarına ve dinmeyen göz yaşlarına da temas edeceğine inanıyorum ben.

Örgütlü kötülüğün gaz pedalinden ayaklarını yıllardır çekmemelerine rağmen temiz mümin olduklarını hala iddia etmeye devam edebilen bu ikiyüzlü, utanmaz zalimleri sadık bir gölge gibi sonsuza dek takip edecek o keskin günahlarıyla yüzleşmeden yapacakları her bir ibadetin de, taşıyamayacakları irice bir yük olarak onlara misliyle geri döneceğini düşünüyor; ve hatta size tuhaf geleceğini bilmeme rağmen tüm kıdemli “dinsizliğimle” bu dünyevi ya da ilahi adaleti Allah’tan bir an önce niyaz ediyorum efendim! Niyaz ediyorum.

Uğur Güney Subaşı

Tüm siyasi tutsaklara özgürlük

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir