Hatırlıyorum da, insanların delirmekten “dellenmeye” çok kısa sürelerde ve kolayca geçebildiği o sıcak Çukurova dünlerinde tozlu Adana caddelerinden ne vakit bir cenaze arabası ya da bol kornalı cenaze konvoyu geçse, o esnada sokaklarda çılgınlar gibi futbol oynayan biz çocuklar dahil çevrede bulunan tüm Adanalılar işlerini güçlerini ve tabii oyunlarını bırakarak huşu içerisinde tam teşekküllü olarak hazır ol vaziyetine geçer; hem cenazeye hem de cenazenin sahiplerine olan derin saygıdan ötürü konvoy oradan ayrılana dek heykel misali yerlerinden kımıldamazlardı.
Şüphesiz ki bu karanlık, rezil günlere kıyasla çok daha mutlu ve huzurlu yaşanılan o eski Türkiye’de de tıpkı şimdilerde olduğu gibi diriye olan baskı ve zulüm, ki özellikle de Kürtlere karşı, değiştirilemeyen ve hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen anayasal ve toplumsal bir vak’a iken, her şeye rağmen, herkese rağmen ölümle birlikte hakkındaki tüm hükümlerin kendiliğinden kalktığı bir insanın cansız bedenine olan saygı hiçbir şekilde değişmeyen, değişmesi akıllara bile getirilmeyen insani hasletlerimizin en başında geliyordu.
Oysa birçoğunu kaybettiğimiz gibi devlet-i ve millet’i ile el ele verdiğimiz, adeta yanak yanağa, dudak dudağa olduğumuz şu faşizan günlerimizde bu türden insani hasletimizin tümünü birden kaybetmiş haldeyiz ne yazık ki.
Kendi vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamakla birlikte hayatlarını türlü sebeplerle kaybetmiş yurttaşlarının naaşlarının dini ya da hukuki ritüeller eşliğinde sonsuzluğa uğurlanmasını medeni ölçülerde sağlamakla da yükümlü olan necip devletimizin çok uzun sürelerdir ölümle birlikte üzerlerinden her türlü hükmün kalktığı kendisine muhalif insanların cansız bedenlerini kendisi açısından bezdirici bir intikam silahına çevirerek öz yurttaşları ile didişmelerini, kadim sürtüşmelerini ve artık klasikleşmiş, mide bulandırıcı hale gelmiş “geride kalanlara gözdağı vermelerini” bu cenazeler üzerinden yapıyor olması, söz konusu ahlaki ve vicdani kaybın büyüklüğünü anlamamız açısından oldukça zihin açıcıdır bence.
Hacı Lokman Birlik’in cansız bedeninin tam 6 yıl önce Şırnak’ın Dicle Mahallesi’nde zırhlı bir aracın arkasına bağlanarak sokak sokak, mahalle mahalle sürüklenmesi işte bu vahşi sürtüşmenin, yöre halkına karşı verilmek istenen kanlı mesajların Şırnak sokaklarında hayat bulan bir izdüşümydü belli ki. Kendilerini bu kadim ülkenin “ebedi şef”i gibi görerek bu topraklarla adeta özdeşleşmiş, iç içe geçmiş bir halkla azılı bir düşmanla savaşır gibi savaşanların; bu toprakların insana değil; insanın bu topraklara ait olduğunu anlamamakta ısrar ve inat edenlerin alçalmakta, insanlıktan çıkmakta hiçbir hudut, sınır tanımayacaklarının en sarih kanıtıydı.
Bir Romalı asker, Arşimet’i geometriyle uğraşırken bulmuş ve kılıcını çekerek “Kimsin sen?” diye sormuş. Arşimet; “Noli turbore meos circulos!” yani “çemberimi rahatsız etme!” deyince asker onu oracıkta öldürmüş. Arşimet’in, hayatı pahasına “çemberlerini”, bilimini koruması gibi hem dirisine hem de ölüsüne göz dikilen bu çileli halkı, ırkçılığı, inkar ve asimilasyonu kuruluş felsefesi haline getirmiş bu devletten ya da cari iktidarlardan koruyacak insani bir düzene, hakkaniyetli bir yapıya ve bu yapıyı koruyacak halkı yönetenlere değil, halkın bizatihi kendisine hizmet eden, namuslu, onurlu ve de cesur hukuk insanlarına hiç olmadığı kadar ihtiyaç vardır.
Eşit yurttaşlık temelinde yükselecek olan bu demokratik, medeni düzen sağlanamadığı taktirde, yani kibirli Türklerin Kürtleri sadece devlete değil, kendilerine de “vatandaşlık” bağı ile bağlamakta, ve hatta o bağla boğmakta!, ısrar etmeye devam etmeleri halinde, Türklerin Kürtlere dair istihdam ettikleri “etle tırnak” kardeşlik beklentilerinin hiçbiri o coğrafyada karşılık bulmayacaktır bundan emin olabilirsiniz.
Zira sahip olduğunuz kahredici devlet gücüyle Kürtlerin çocuklarını, gençlerini ve hatta hayatlarını onların elinden bir şekilde çekip alabilirsiniz. Hatta almakla da kalmayarak bu ölümcül resmi gücünüzü “sokak sokak”, “cadde cadde” teşhir de edebilirsiniz. Ama onları asla korkutamaz, teslim alamazsınız. Nazım Usta’nın da dediği gibi, kendilerine dayatılan bu rezil hayatı dizlerinin üzerinde yaşamaktansa, kendilerinin seçtiği hayatta bir ağaç gibi ayakta ölmeyi tercih ederler çünkü.
Uğur Güney Subaşı Ekim, 2021, Adana
Uğur hocam bu güzel yazılarınızı ayrıca benimle paylastiginiz için size çok teşekkür ediyorum. Yazılarınızda benim düşüncelerime tercüman olduğunuzu belirtmek istiyorum. Selam ve saygılar.