Verilen anestezinin garip bir şekilde işe yaramaması sonucunda açık olan bilincinin yardımıyla başına gelecekleri bilen, duyan ve hatta görebilen; ancak buna karşın bedeni tümüyle uyuşturulduğu için maruz kaldığı acıya ya da kalacağı muhtemel acılara hiçbir şekilde tepki veremeyen “bedensiz” bir hasta gibi boylu boyunca yatıyoruz ameliyat masasında. Sanki sadece bize şifa verebilecek kişinin yalnızca kendisi olabileceğini kulağımıza fısıldayıp başta yüreğimiz ve aklımız olmak üzere tüm insani organlarımızı ve hasletlerimizi kendine özgü yöntemlerle hunharca kesip doğrayan malum doktorun hastası değil; aynı zamanda tıp fakültesi son sınıf öğrencilerinin üzerinde tıbbi pratikler yaptıkları dirençsiz, hissiz ve sessiz kadavraları gibiyiz! Terimiz zannedilip pervasızca silinen gözyaşlarımızın dışında korkuları, hayalleri, sevdaları, isyanları olan insanlar olduğumuza ve bir ruh istihdam ettiğimize dair hiçbir yaşam belirtisi göstermiyor “insansıl” bedenlerimiz.
Toplumun geniş bir kesimine yere dökülen bir mürekkep lekesi gibi usul usul yayılan bu kolektif hissizliğimiz, vurdumduymazlığımız, kabullenmişliğimiz, en fenası da alışmış, alıştırılmış ruh ve beden halimizle, başlarına yakıp yıkılan çileli hayatlarının tozlu molozlarından adeta etten bir dağ haline dönüşerek devletin ve zalim iktidarın sonu gelmeyen kindar yüzüne ve hukuksuzluklarına karşı bedeli ne olursa olsun sokak sokak, cadde cadde, meydan meydan direnen ve rehin tutulan karizmatik liderleri başta olmak üzere diğer tüm siyasi temsilcilerine karşı taammüden işlenen hukuk cinayetlerini yurt ve dünya çapında duyurmaya çalışan Kürtlere karşı onların haklı olarak bizlerden bekledikleri ve itiraf etmek gerekiyor ki sonuna kadar da hak ettikleri toplumsal desteğin verilmesinin hani pek de öyle bir imkanının kalmadığını üzülerek de olsa görüyorum, yakından tanığı oluyorum.
Zira ülke insanının, özellikle Kürtler, Aleviler ve gayrimüslimler söz konusu olduğu vakit, hakla, hukukla, demokrasi ve özgürlüklerle arasının pek de iyi olmadığını çoktan keşfeden cari iktidar, dindar ya da Kemalist fark etmeksizin Müslüman Türklerin DNA’sına sızmış ırkçı ve mezhepçi kadim nefretler üzerinden politikalar üreterek kendi siyasi ve ekonomik hedeflerini maksimize etmek konusunda son derece mahir olduğunu defalarca ama defalarca ispat etti bizlere.
Buradan hareketle Kürtler açısından tablonun oldukça vahim gibi durmasına rağmen aslına bakılırsa cumhuriyet tarihi boyunca “dize getirilmeye”, “diz çöktürülmeye” ve ”hizaya sokulmaya” çalışılan ancak bir türlü başarılamayan tepeden tırnağa dirayetten ve inattan imal edilmiş bu halkın öyle zannedildiği gibi, öyle umulduğu gibi, öyle planlandığı gibi kolayca zulmedilecek, itilip kakılacak kadar kimsesiz ve çaresiz olmadığını düşünüyorum. Yıllar boyunca burunlarından “fitil fitil”, “dirhem dirhem” getirilmiş onurlu bir yaşamdan ilmek ilmek süzülen öfke dolu, kahır dolu, sitem dolu bakışlarının, o kararlı duruşlarının hammaddesi, çimentosu olacağını düşünüyor; ırkçılığın ve mezhepçiliğin korkunç bataklığında umarsızca çırpınan, çırpındıkça da diplere doğru çökmekten asla kurtulamayan bu umutsuz ülkenin kanlı döngüsünden kurtulmak için de bizlere bir nebze olsa umut, bir insani nefes olabileceğini hissediyorum.
Uğur Güney Subaşı
[…] Türkçe Politikhane | Français | English […]