Gönüllü göçler bizim coğrafyalarımızda olanaksız gibi… Yaşadığımız günlerde savaşın acılı göçleri dağları taşları birkaç yılda bir ala yeşile boyuyor… Her göçün ilk önce vurduğu çocuklar ve kadınlar oluyor. Kadın bu tür göçlerle iki kez vuruluyor. İki kez omuzlarına çifter acılar düşüyor. Çocuğu gözünün önünde ölüyor. Kendi eşinin gözü önünde şiddete, tacize uğruyor. Eşinin ezilen onuru ve yaralanan gururu ile göçün kadını olmak ölmeden ölmek oluyor.
Ülkemizde ve dünyada son zamanlarda yaşanan sorunların en başında sığınmacı olgusu gelmektedir. Birleşmiş Milletler verilerine göre sadece Suriyeli sığınmacıların sayısı 4 milyonun üzerinde olup, bu rakam Avrupa’daki bazı ülkelerin nüfusları dan fazladır. Hal böyle olunca birçok ülke sığınmacıların ya da mültecilerin kendi ülkelerine gelmesini istememekte hatta aralarında Almanya’nın da bulunduğu bazı ülkeler Suriyelilerin Türkiye’de tutulmasını önermektedirler. Suriyelilerin Türkiye’de kalması karşılığında da Türkiye’ye belirli miktarlarda para verilmesi gerektiği savunulmaktadır. İleride açıklayacağımız gibi Avrupa Birliği ülkeleri, Türkiye ile imzalanan Geri Kabul Sözleşmesini Suriyelilerin Türkiye’de kalması konusunda bir ikna aracı olarak kullanmaktadırlar. Suriyeli sığınmacıların uzun bir süre daha bu ülkede kalacağı ve ileriki zamanlarda da kendi ülkelerine dönemeyecekleri dikkate alındığında; hiç vakit kaybedilmeden bir takım tedbirlerin alınması gereklidir. Örneğin kamp dışında bulunan bir- çok sığınmacı çocuğun okula gitmedikleri bilinen bir gerçektir. Bu eğitimsiz çocukların burada kalacağı gerçeği karşısında gelecekte ülkeyi ve bu çocukları bekleyen birçok sorunun veya tehlikenin gün yüzüne çıkacağı aşikârdır.
Suriye’deki iç savaştan sonra ülkemize bu bölgeden yaklaşık olarak iki milyondan fazla Suriyeli sığınmacı gelmiştir ve halen de belli ölçeklerde gelmeye devam etmektedirler. Konunun hemen başında belirtmek gerekirse; bu kişilere sığınmacı dememizin iki önemli ana nedeni vardır. Bunlardan ilki, bu kişilerin iç hukuk anlamında hukuki statülerinin belirsiz olması, ikincisi de ileride ayrıntıları ile anlatacağımız üzere uluslararası düzeyde sağlanan geçici koruma süresinin aşılmasından kaynaklı hukuki statü belirsizliği dir. Öncelikle uluslararası sözleşmeler, insan hakları belgeleri dikkate alınarak bu kişilerin hukuki durumları saptanmalı ve kişilere hak ettikleri güvenceler sağlanmalıdır.
Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair 1951 tarihli Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (1951 Cenevre Konvansiyonu) 22 Nisan 1954 tarihinde, Sözleşme’ye ek Ocak 1967 tarihli Protokol ise 4 Ekim 1967 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye 30 Mart 1962 tarihinde Sözleşme’yi onaylamıştır. Buna karşın Sözleşme’nin 1 (B) hükmüne dayanarak konulan çekince ile Türkiye sadece Avrupa’dan gelen kişileri mülteci olarak tanıyacağını belirtmiştir. Türkiye 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi ve 1967 tarihli Protokol’e göre “sadece Avrupa’dan gelenler’’ şeklinde çekince koyduğu için Türkiye’ye diğer yerlerden gelenler mülteci olarak kabul edilmemektedir. Ancak Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği ve birçok uluslararası kuruluş Türkiye’ de kayıt altına alınan sığınmacıları coğrafi çekinceye rağmen mülteci olarak adlandırmaktadır.
1934 yılında çıkarılan İskân Kanunu ülkemiz için mülteci ve sığınmacılar konusunda ilk yasa olarak adlandırılabilir. Ancak bu yasa adından anlaşılacağı üzere yerleştirme ve yurtlandırma konusunda düzenlemeler getirmiştir. Yasanın 1. maddesinde; Muhacir ve mültecilerle göçebelerin ve gezginci Çingenelerin (Romanların) yurt içinde yerleştirilmeleri konusunun Türk kültürüne bağlılık, nüfus oturuş ve yayılışının düzeltilmesi amacıyla Bakanlar Kurulunca yapılacak programa uygun olarak İçişleri ve Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlıklarınca tertip olacağı belirtilmiştir. Esasında bu hükümle yasanın amacının; nüfusun belli bölgelere yerleştirilmesine paralel olarak Türk kültürüne bağlılığın geliştirilmesi olduğu anlaşılmaktadır. İskan Yasasının 3. maddesinde ise muhacir ve mülteci tanımı yapılmış ve bu kişilerin kimler tarafından ne şekilde iskan edileceği hususları belirtilmiştir. Buna göre; “Türkiye’de yerleşmek maksadıyla dışarıdan münferiden gelmek isteyen Türk soyundan meskûn veya göçebe fertlerin Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekilliğinin mütalaası alınmak şartıyla Dâhiliye Vekilliğinin emri ile ve müçtemian (toplu olarak) gelmek isteyen Türk soyundan meskûn veya göçebe fertler ve aşiretler ve Türk kültürüne bağlı meskûn kimseler işbu kanunun hükümlerine göre Dâhiliye Vekilliğinin mütalaası alınmak şartı ile Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekilliğinin emirleri ile kabul olunurlar. Bunlara muhacir denir.” Yukarıda açıklamaya baktığımızda; “bireysel ve toplu olarak ülkeye yerleşme amacıyla gelen Türk soylular” muhacir olarak adlandırılmıştır. İskân Yasasının 3. maddesinin 1. fıkrasında da mülteci tanımı yapılmıştır. Buna göre;
“Türkiye’de yerleşmek maksadı ile olmayıp bir zaruret nedeniyle geçici oturmak üzere sığınanlara mülteci denir. “ Daha önce açıkladığımız gibi bu yasa, esasında ülke içinde bulunan nüfusun belli bölgelere yerleştirilmesi amacı gütmektedir. Bu nedenle birçok eleştiri yapılmış, yasanın birçok maddesi değişikliğe uğramış ve 2006 yılında yeni bir iskân yasası çıkarılmıştır.
Açıkladığımız bu durumlar karşısında aşağıda vermiş olduğumuz istatistikler Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin resmi internet sitesinden alınmıştır. Buna göre; 17 Aralık 2015 tarihi itibarı ile Suriye dışında bulunan diğer ülkelerdeki toplam mülteci sayısı 4.390.439 ‘dur. Bunun 2.098.539 ‘u Mısır, Irak Ürdün, Lübnan ve Kuzey Afrika’da bulunmakta, 2.291.900 ‘u ise ülkemizde bulunmaktadır. Mısır’da bulunan mülteci/sığınmacı sayısı: 117.658 Irak’ta bulunan mülteci/sığınmacı sayısı: 245.022 Ürdün’de bulunan mülteci/sığınmacı sayısı: 635.324 Lübnan’da bulunan mülteci/sığınmacı sayısı: 1.069.111.
“Türkiye küresel hedeflere sosyal sorumluluk işleri ile değil, ancak stratejik ortaklıklar ile ulaşabilir”