Sosyalist bir devlet düzeni her kitleye hitap edecek politikalar ile kolektif toplumu yaratmak ve insanları şahsi hırslarından arındırarak herkesi ortak olan hedef için hazırlamak anlamına gelir. Ancak toplumun her kesimine aynı sesle ve kelimelerle hitap etmeniz mümkün değildir. Toplum; birbirinden farklı kültürleri içerisinde bulunduran, nefes alan ve herhangi bir devlet politikası olmadan veya hükümet eli değmeden de kendi içerisinde gelişme potansiyeli gösteren çok yönlü bir yapıya sahiptir. Yani bir toplum içerisinde yaşayan farklı kimliklerden ve çeşitli geleneklerin varlığından rahatlıkla söz edebiliriz. Belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayan ve bir takım ortak değerleri paylaşan insanların oluşturduğu topluluk anlamına gelen devlet veya daha dar anlamıyla devlet otoritesinin işletilmesini sağlayan araç olan hükümet, söz konusu toprak içerisinde bulunan toplumu her ne kadar bir ölçüde bir araya getirebilse de sonuç olarak toplum içerisindeki kitlelerin gerek etnik gerek de geleneksel farklılıkları yok edilemez. Liberal demokrasiler özellikle bu farklılıkları kullanarak bir kargaşa ve “rekabet” ortamı yaratmakta ve sistemin devamını bu şekilde sağlamaktadırlar. Yani bir liberal sistem içerisinde toplum hem etnik hem geleneksel hem de ekonomik bakımından farklı kitlelere ve gruplara ayrılmıştır. Bu ayrım bir devlette aynı milliyete sahip olan kitleleri bile geleneklere, dine ve ekonomik farklılıklara başvurarak çeşitli gruplara böler. Bu bölünme halkları içten içe çürütse de sistemin bütün iplerini ellerinde tutan bir avuç sermayedar için gerekli görülmektedir çünkü burjuva demokrasisi dediğimiz olgu rekabet ve sürtüşme (sınıf çatışmaları zaten dahil) ile beslenir. Liberaller bu bölünmeler vasıtasıyla devlet müdahalesini artırmak için bahaneler bulmakta ve liberalizmin temel unsurlarından birisi olan olan “özgürlük” kavramına ters düşmektedirler, bu da aslında bizlere iktidar ve kar hırsıyla kendilerine yabancılaşmış liberallerin ideallerini hiçe saydıklarını göstermektedir. Aslında bu tarihin diyalektiğidir; sınıf çatışmaları temelinde ilerleyen tarihin sistemlerinin bütününde hakim sınıflar bu kargaşalar ile devletin meşrutiyetini sağlamaktadırlar. İlkel toplum yapısının çöküşünden bu yana kolektif toplum da kademeli olarak yok olmuş ve sistem, burjuvazinin senyörlerin devrini kapatarak önünü açtığı kapitalizm dönemine girdikten sonra kolektif bilinci tarihin tozlu sayfalarına atmıştır. Bu vesileyle burjuvazi “bireycilik”i sosyal düzenin temeline yerleştirmiş ve kolektif yapılanmanın tekrar gerçekleşemeyeceği veya ütopik olduğuna dair izlenimler vererek toplumu hakikatlerden uzak tutmuştur.
Din problemi de söz konusu farklılıklar içerisinde önemli bir yer teşkil eder. Köklü gelenekler ile her toplumun temeline yerleşen din, inançlı kitle ile yakın bağlar kurarak insanları materyalist düşünceden uzak tutar. Sorgulayan insanların varlığının artması ise sadece dine değil, liberalizmin yarattığı sosyal, ekonomik eşitsizliğe de hasar vermektedir. Liberalizm şu anda dini para kaynağı haline çevirmiş ve dünyanın en büyük ticaretlerinden birisi olan din ticaretini sürdürme görevini üstlenmiştir. Din artık tamamıyla parası olan kişilerin inancı haline gelmiş ve maddi olanakları olmayanlar ise inançlarını sadece sınırlı imkanlarla devam ettirmiştir ve ettirmektedir.
REHBER DEVLET VE EĞİTİM
Kitlelere liderlik edecek ve rehberlik hizmeti sunacak bir devlet yapılanması kimlik farklılıklarını da ortadan kaldıracağından hükümet ile devlet arasındaki ayrım da tamamen ortadan kalkmış olur ve her ikisi de kamusal olana hizmet eder, bu yüzden de toplumun kolektivizasyonunu gerçekleştirecek bir rehber devlete ihtiyaç vardır.
Ancak asıl soru; günümüzde böyle bir sosyalist devleti örgütleyecek ajitatörlerin hala olup olmadığı, olanların da başkalaşan ve toplum üzerindeki baskını artıran liberal düzenin içerisinde nasıl hareket edeceğidir ? Ekim Devrimi üzerinden bir örnek verelim…
Günümüzün mevcut durumları Ekim Devrimi’nin olgunlaşma sürecinden ve o dönem ki siyasi atmosferden çok daha farklıdır. 1905 yılından beri şiddetlenen grevler ve monarşinin, gücünü kullanarak Dumalar’a müdahale etmesi (İlk Duma 1906 Temmuz’unda 2. Nikolay tarafından, İkinci Dumanın da 1907 Haziran’ında İç İşleri Bakanı Stolıpin tarafından feshedilmesi) hiç şüphesiz 1917 Ekim Devrimi’ni hazırlayan önemli olaylardı. Bir de bunların üstüne 1. Dünya Savaşı patlak verince toplumdaki derinleşen ekonomik sıkıntılar sosyalist ajitatörlerin önünü açtı ve kitleleri örgütlemeyi kolay hale getirdi. Ancak şu anda uluslararası düzeyde böylesine bir kriz ortamı mevcut değil, olan krizler ise her zamanki gibi gene emperyalist çıkarların çarpışması temelinde bölgesel düzeyde gerçekleşiyor.
Geleneklerden, dinden ve etnik kimlikten kaynaklanan toplum içerisindeki söz konusu bu gruplaşma yalnızca doğru bir eğitim politikasıyla ortadan kaldırılabilir ve ancak gene eğitim vasıtasıyla birbirinden ayrılmış kitleler kolektif toplum çalışması altında birleştirilebilir. Eğitim ile kolektivizasyon, mükemmel toplumu yaratma potansiyeli taşıdığından tarih boyunca doğal bir ikili ilişkiye sahiptir. Gruplaşmaların yok edilmesi ve bireyselciliğin ortadan kaldırılıp toplumsal bir bakış açısının yerleştirilmesi ancak Marksist bir eğitim ile mümkündür. Sovyetler Birliği’nde uygulanan “Politeknik Eğitim” sözünü ettiğim eğitim programına oldukça yakındır. Liberalist sistemlerde ise eğitim tamamen piyasalara tüketici yetiştirmek ve emeğine yabancılaşmış tek yönlü bireyler ortaya çıkarmak üzerine işlemektedir. Bu eğitim politikalarını işleyişte tutmak ve yeni liberal kuşaklar yetiştirmek hiç şüphesiz “Küreselleşme” adı altında devam eden modern sömürü sisteminin de nefes almasını sağlar. Liberal devletler, devleti bütün insanların ortak hedefine hizmet eden kamusal bir araç olarak görmezler, liberallerin rehber devlet anlayışı daha çok “Kalkınmacı Devlet” modellerinde rastladığımız gibi kendisini sadece ekonomiye ve piyasalara rehberlik etmekle sınırlandırmıştır ve bu rehberlik sivil topluma müdahale etmez. Bu da burjuvazinin giderek gücünü artırmasına ve sivil toplumla arasındaki uçurumun derinleşmesine yol açar. Ancak rehberlik hizmetini sosyolojik olarak da sağlayan bir devlet modeli siyasal eşitliği önemli ölçüde dağıtmaya özen gösterir. Lakin söz konusu bu rehberlik “Sosyal Demokrat Devlet”lerdeki gibi sınırlı değildir ve daha kapsamlıdır, Marksist’tir ve proletarya diktatörlüğünü örgütlemekle yükümlüdür.
Berker KOCAOĞLU
En kisa zamanda sadece Marksist Egitim Felsefesi uzerine bir yazini da okumak isterim